Kendiliğinden başlayan otomatların marşı

Nergihan Yeşilyurt, duygusal değil duyarlı olarak yazdığı şiirleri “Otomatların Marşı”nda bir araya getirdi. Çapaklarından arınık, rafine mısraların şairi Yeşilyurt, ilk kitabıyla okuru rahat bırakmayan kitabıyla kendi kuşağı içinde özgün bir yere geçiyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
SUAVİ KEMAL YAZGIÇ

Şiir her ne kadar bildiğimiz kelimelerden, hatta en çok kullandığımız kelimelerden oluşsa da bize yepyeni görünen bir dünya kurar. Kelimeler şairin inşa ettiği yapı içinde “bilmediğimiz” bir mahiyet kazanır ve hatta okuru içine aldığı atmosferde bambaşka bir sinerji vardır. Çok özel, gizemli kelimelerden bahsetmiyorum burada. Cifir problemlerinden, ebcedden de. Ayrı ayrı dururken kolayca cümle içinde kullanabileceğimiz, anlamı için sözlüğe başvurma zorunluluğu hissetmeyeceğimiz kelimelerden. Bu yenilik bir noktada şaşırtmacadır. Çünkü tıpkı okurun ancak bildiğini okuması/okuyabilmesi gibi şair de ancak bildiğini yazar/yazabilir.

ŞİİR HEYKELİNİ YONTMAK

Şiirin şaşırtmacası ise bildiğimize hiç bilmediğimiz bir tecrübe içinde yaklaştırıp onu farklı bir açıdan görmemizi sağlamaktır. En çok bildiğimiz şeyler bile farklı bir perspektiften ve ışıktan bize farklı görünür ve onu yeniden tanıma/keşfetme yahut en azından olanın bildiklerimizden ibaret olmadığını anlarız ki bu da az bir bilgi değildir.
“Demirden dövülmüş ayaklarımızla
izin verildiği ölçüde sevinebiliriz
uzanılamayan vişnenin dalı cehennem, bir kuş cehennem
kökünden kararlılıkla geçilebiliyor
nihayet süreceğim bütün bahçeler senindir” diyor Nergihan Yeşilyurt.

İyi bir şiir okuduğumda hep bu cümlelerin yedeğinde ilerlediğimi hissederim ve Nergihan Yeşilyurt'un yazdıkları da bana tam olarak bu cümleleri hatırlattı. Otomatların Marşı, şairin ilk kitabı. O şiirini bir “kendilik dili” olarak tanımlıyor sosyal medyada. Buraya bir mim koymakta fayda var. Çünkü iki yönü olmalı bu iddianın birincisi “kendini bilme”, ikincisi “kendini kendince ifade edebilme”. Dışarıdan bakınca çok berrak, çok yalın, çok kolay ulaşılabilir görünen bu hedefin zorluğu yazmaya başlayınca anlaşılıyor. Yeşilyurt şiiri için bir “elek” olarak belirlemiş bu hedefi anladığım kadarıyla. Temasıyla arasına mesafe koyan bir tarafı var Yeşilyurt'un. Şiirine eyvallahı yok besbelli. Kesip biçebiliyor ve haddini bildirebiliyor ona. www.izdiham.com için Hasan Bozdaş'ın sorularını yanıtlayan Yeşilyurt, şiir adlı o kendilik heykelini nasıl yonttuğunu şu sözlerle anlatıyor: “Kendilik heykeli etrafında dönüp 'burada da bir çapak kalmış, şurası da çok sert / çok yumuşak, geçişleri olmamış, ay bu yüz neye benziyor böyle' diyerek geçirdim günlerimi. Yapılmış bir şeyi, yeniden ve yeniden yapmayı hoş görmeyenler olabilir. Ama şiiri (sanatı) yaratılışla paralel bir düzlemde düşünüyorum, enerji parçalanıp yeniden başka formlarda birleşebiliyor, benim parçalamamın da bir sınırı yok. Bu kitap sancıdan çok, parçalanıp birleşmekten ibaret olabilir. Değişkenler, ana malzemenin ne kadar içine nüfuz edebilir ki. Anlaşılan şeyler ana maddeye ne kadar isabet edebilir…” İşte bu kaygılar yüzünden de şiiriyle kurduğu atmosfer okuyanı “rahat” bırakmıyor ve bir yanıyla sürekli rahatsız ediyor. Hep bir acaba sorusu sorduruyor okuruna. Bu soru iki yanı keskin bir bıçak gibi. Bir yanıyla okurunu diğer yanıyla şiiri kesiyor. Bu yüzden Otomatların Marşı'nda dinmeyen yaralara şahit oluyoruz.

“Yaradan azat etseler ya bizi.
Bu kenarı kırılmış gök ile kaçıp gitsek bir kara deliğe.
Şarkı sözlerinden azat etseler, hatta toptan kelimelerden
Kaplara irin doldurup cehennemin kadehine kaldırıyoruz
Ne sussa bir dil icat edilecek bundan
Ne zamanki dönüyor evren kaldığı yere
Ben bir adımın izini bulamazken
O yusyuvarlak bir kararsızlığın haritasını işliyor dudaklarıma.” diyor zira Nergihan Yeşilyurt.

FİLDİŞİ KULEDEN YAZMIYOR

Duygusallıkla değil duyarlıkla yazıyor şiirlerini Yeşilyurt. Şiirin duygusallık işi olduğunu iddia edenlerin fark edemediği o ayrımı ilk kitabında yakalamış. Duygusallığın bir ucu duyarlığı körleşmiş egosantirizme ulaşır zira. Bu sözün bir diğer ucu ise şiirin duygularla değil kelimelerle yazıldığını, duyguların kelimelerle ifade edebildiği kadarıyla varolduğunu idrak etmeye ulaşır. Kelimelerle ifade edemediğimiz duygular da vardır elbette. Ancak ifade edemediklerimiz kendi öznemizde sınırlı kalır bir başkasına ifade edemediğimiz oranda da kendimize bile yabancıdır. Duyarlıkla yazmak ise bize “beşeri” olanı yaklaştırır. Bizi insani kılan duygusal olmamız değil duyarlı olmamızdır esasen. Duygusallık zannedildiğinin aksine pek çok cürümün temel saiklerinden biridir. IQ'su çok yüksek olan suçlular için bile bu geçerlidir. Zira zekâyı akıldan mahrum bırakıp tehlikeli hale getiren de duygusallıktır.
“Bütün çirkin kızlar sıkıldık
ağırlandı nisan, çillendi perdeler
ağırlandı, misafir odalarında durağanlığın kokusu
parmak uçlarından sökülmeye başlar insantarihi
dokunduğu yerden ciddiye alıyorlar su girmiş sözlerimi
topacın etrafına sıkıca bağlıyorum soru çilelerini
az sonra döneceğim, az sonraya döneceğim
kaldığım yerden yüksek sesle okuyacağım dünyanın canına.”
Günlük hayata ait olan en sıradan, sıradan olduğu için körleştiğimiz detayları söküp yeniden dikiyor ve dünyaya “ürpertici bir çiçek dürbününden” bakmamızı sağlıyor Yeşilyurt. Biraz keskin, kendini kimi zaman duadan ziyade bedduaya yakın duran/durmak zorunda hisseden bir şair o. Kendini eleştirdiklerin azade ve yüksek bir konuma yerleştirmiyor, eskilerin deyimiyle “fildişi kuleden” yazmıyor. Görünen o ki Nergihan Yeşilyurt okuru olmaya devam edeceğim.

  • Kitabın künyesi:
  • Otomatların Marşı
  • Nergihan Yeşilyurt
  • Hece Yayınları
  • 2016
  • 100 sayfa