'İslâm ve terör' ilişkilendirmeleri üzerine itidalli bir sorgulama

Kariyerinin henüz üçüncü filmi 'Hain'de oldukça zor bir işe soyunarak, 11 Eylül'den sonra ikiye bölünmüş olan dünyayı -Başkan Obama'nın iyimser mesajlarına paralel bir biçimde- yeniden yakınlaştırmaya çalışan Jeffrey Nachmanoff, zaman zaman Hollywood'un ırkçı klişelerinin etkisine kapılsa da bu ağır sınavdan büyük ölçüde galip ayrılmayı başarıyor.

Ali Murat Güven
'İslâm ve terör' ilişkilendirmeleri üzerine itidal

HAİN / Traitor

Yapım Yılı ve Ülkesi: 2008, ABD yapımı Türü ve Süresi: Politik serüven / 114 dakika Gösterim Dili: Orijinal seslendirmesi İngilizce ve kısmen de Arapça olan bu film, ülkemizde Türkçe altyazılı kopyalarla gösterime sunulmuştur. Yönetmen: Jeffrey Nachmanoff Senaristler: Jeffrey Nachmanoff ve Steve Martin Görüntü Yönetmeni: J. Michael Muro Özgün Müzik Bestecisi: Mark Kilian Kurgu Yönetmeni: Billy Fox Oyuncular: Don Cheadle (Samir Horn), Guy Pearce (Roy Clayton), Said Taghmaoui (Omar), Neal McDonough (Max Archer), Jeff Daniels (Carter) İthalatçı Şirket: r Film Dağıtıcı Şirket: Medyavizyon Film İçerik Uyarıları: Yoğun şiddet içermesi ve erişkinlere göre bir öykü anlatmasından dolayı, 15 yaşından küçükler için uygun değildir. Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: Yıldız Puanı: * * ½

/resim/site/013220196e3520071fc8by.jpg
FBI ajanı Roy Clayton (Guy Pearce) tehlikeli bir uluslararası komploya yönelik soruşturmayı yürütürken, onu suçluya götürecek bütün ipuçları, Amerikan ordusuna bağlı eski bir özel harekât subayı olan Samir Horn'u (Don Cheadle) işaret ediyormuş gibi görünür. Karmaşık uluslararası ilişkiler ağına sahip, gizemli bir kişi olan Horn, önemli bir karşı-casusluk operasyonu gerçekleşirken ansızın ortaya çıkıp, yetkililer onu doğru düzgün sorgulayamadan yeniden ortadan kaybolmayı çok iyi beceren kurt bir istihbaratçıdır.

“Horn Soruşturması”nı yürüten komite, istihbarat alanında hizmet veren bütün örgütlerin temsilcilerinden oluşmaktadır. Bu ekip, kendisine ait özel bir gündemi varmış gibi gözüken, deneyimli ve kural tanımaz bir CIA yüklenicisi konumundaki Carter (Jeff Daniels) ile FBI ajanı Max Archer'ın komite (Neal McDonough) görüşlerine de başvurur.

Yapılan soruşturmanın ardından, yetkililer, Yemen, Nice ve Londra'daki bazı yasadışı eylemleri Horn'la ilişkilendirecektir; fakat bunu yaparken aynı zamanda bir yığın çelişkili kanıtı da ortaya sürmüşlerdir. Samir'in ABD istihbarat sistemine sızmayı başarmış Müslüman bir hain olduğunu iddia eden böyle bir sonuç ise Clayton'ı hedefinin muhalif bir eski asker mi, yoksa çok daha karmaşık bir şey mi olduğu noktasında derin bir sorgulamaya iter. Gerçeği gün ışığına çıkarmayı kafasına koyan kahramanımız, gerçek hesabını anlamaya çalıştığı siyahî meslektaşı Horn sırlar ve yalanlar üzerine kurulu bir dünyanın içine daldıkça, yeryüzünün dört bir köşesinde sabırla onun izini sürmeye başlar.

İslâm dünyasının gerçeği başka; Batı'nınki ise bambaşka

/resim/site/02272019826120071fc9by.jpg
“Hain”in yapımcıları arasında yer alan David Hoberman, film hakkında kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Çektiğimiz öykünün temelindeki tartışmalı konuya rağmen, bizler yapım sürecinde gerçek niyetimizi hiç bir zaman gözden kaçırmamaya özen gösterdik” demiş ve şunları eklemiş: “Öncelikli hedefimiz, kaliteli ve eğlendirici bir serüven filmi çekmekti. Ancak, bunun yanında dünyamızın halihazırda yaşamakta olduğu kimi önemli siyasal sorunlar üzerine de anlamlı bir bazı sözler sarf etmeyi istedik. Ortaya çıkacak olan yapıt, hem eğlendirici, hem de gerçekçi olmalıydı. Sanırım, öyle de oldu.”

Filmde yapımcı kadrosunda yer almasının yanısıra Müslüman istihbaratçı Samir Horn karakterini de canlandıran bol ödüllü siyahî oyuncu Don Cheadle ise aynı söyleşide meslektaşının yorumuna şu önemli katkıyı yapmaktaydı:

“Filmdeki bir Amerikan ajanı, 'Sadece gerçeği duymak istiyorum' gibi bir söz sarf ediyor. Ve baş kahramanımız Horn da bu soruyu 'Gerçek oldukça karmaşık' şeklinde yanıtlıyor. Bence, filmden seyircilerin akıllarında kalacak en önemli diyalog bu olacaktır. Çünkü, günümüzde İslâm dünyasıyla Batı arasında yaşanan gerilimi çok güzel açıklıyor.”

“Hain”, küresel ölçekte komplolara imza atan bazı karanlık güçlerin 11 Eylül 2001'de ABD topraklarına düzenledikleri saldırılardan sonra, eskisinden daha keskin çizgilerle “Doğu” ve “Batı” olarak iki kutba bölünen dünyamızda, “Karşı taraf, hakkımda tam olarak neler düşünüyor?” sorusuna cevap arayan, iyi niyetli bir yapım. Nitekim, tıpkı başrol oyuncusu Cheadle'ın vurguladığı gibi, izledikten sonra en fazla akılda kalan yönü de Müslüman baş kahramanının sarf ettiği o mânidar söz, yani “Gerçek, oldukça karmaşık” (Truth is complicated) oluyor. Çünkü bu kısa ve öz cümle, çağdaş meseleleri neden-sonuç ilişkileri içinde değil yalnızca sevimsiz sonuçları itibarıyla ele almaya fena hâlde alışmış olan Batı dünyasının bir türlü anlayamadığı “Müslüman öfkesi”nin arka planına ışık tutmakta…

Hollywood'da yeni ve sorgulayıcı bir akım

/resim/site/03222019980320071fcaby.jpg
Evet, Doğu Batı'ya karşı öfke dolu, hırçın ve fırsatını her bulduğunda da saldırganlaşmaya meyyal… Pekiyi, Batılılar'ın pek şikayetçi oldukları bu agresif ruh hâli durup dururken mi oluştu?

Kimilerinin “medeniyetler çatışması” olarak adlandırdığı süreç, İslâm ülkelerinde yaşayan 1 milyarı aşkın insan bir gece topluca istihareye yatıp ertesi sabah kalktıklarında da “Hadi bunlara derslerini verelim” diye topluca bağırmasıyla başlamadı hiç kuşkusuz… Yaşanan öfke patlamasının arka planında, İslâm dünyasının, hattâ meseleye çok daha geniş bir ölçekte bakıldığında, öz kaynakları tarumar edilmiş, bağımsızlıkları ezilmiş ve bildikleri gibi yaşama hakları ellerinden alınmış mazlum Doğu halklarının “artık kaybedecek hiç bir şeylerinin kalmaması” gerçeği yatıyor.

Doğu'nun Batı'ya yönelik kadim öfkesini, Batı'nın 500 yıllık kanlı sömürgecilik serüveninden kopartarak, ondan bütünüyle bağımsız bir sonuç gibi değerlendirmeye kalkışanlar kendilerine ve çevrelerine ancak masal anlatmış olurlar.

Batı sinemasında (kesin bir başlangıç vermek gerekirse, 1998 yapımı Edward Zwick filmi “Kuşatma” / “The Siege”den bu yana) “İslâmî terör meselesi”nin ardındaki itici gücü ve gerekçeleri anlama çabası içinde görünen yeni bir siyasal akım ortaya çıktı. Evet, belki tam olarak arzulanan objektiflik düzeyine ulaşamıyor bu tür filmler, ne kadar halisane niyetlerle çekilmiş olsalar da sistemin (ve özellikle de siyonist Hollywood prodüktörlerinin) baskılarından dolayı belli bir noktadan sonra gerçekliği çarpıtma yoluna gidiyorlar.

Ancak, ben her zamanki iyimserliğim içinde, bu akımı kafası karışık durumdaki Batılı seyircinin doğrulara ulaşabilmesi adına yine de yararlı buluyor ve destekliyorum. Alman usta Wim Wenders'in yarı-Amerikan sermayeli “Bolluklar Ülkesi” (Land of Plenty, 2004), Gavin Hood imzalı “Azap Yolu” (Rendition, 2007) ve Ridley Scott'ın “Yalanlar Üstüne”si (Body of Lies, 2008) benzer bir çabayı sergileyen filmlerdi örneğin… 11 Eylül ve Üsame bin Ladin fenomeninden sonra, başta ABD olmak üzere bütün Batı âleminde “Şeytan'ın ete kemiğe bürünmüş birer temsilcisi” gibi görülmeye başlanan Müslümanların iç dünyalarına, kendi aralarında yaptıkları entelektüel tartışmalara, İslâm'ın dış katkısız Kur'anî yorumunda şiddetin ne boyutta yer tuttuğuna ilişkin çok önemli bir gerçeği arayış çabası, dahası “yanlış algıları onarıcı” bazı saptamalar bulunmakta saydığım o bütün son dönem siyasal kurdelalarda…

Aynı şekilde, Jeffrey Nachmanoff'un “Hain”i de yüzeyini oluşturan Hollywood işi aksiyon kaplamasının biraz daha alt katmanlarına inildiğinde, pek çok sahnesinde gerek sözle gerekse görüntü diliyle benzer türden sorular soran, bu yönüyle ilgiye değer bir yapım. Hollywood'un yıllar yılı birbirinden pespaye aksiyon öyküleri için ürettiği onca “vahşi Arap-Müslüman” imajından sonra, yine aynı kaynaktan gelen bir başka aksiyon filminin ise seyircilere, “Bugün yeryüzünde birden fazla sayıda İslâm yorumu var ve bunlar karşısında tek tipçi, ırkçı, nefret dolu bir bakış açısından uzak durmalısın” mesajını vermesi, Amerikalı senaristlerin böylesine hayatî bir ayrımı -nihayet- yapmaya başlaması bile küresel barışın tesisi adına somut bir adım sayılmalı…

O yüzden, Müslümanlara kinini kusmaktan başka bir şey düşünemez olmuş kimi Yahudi kökenli senaristlerin içini birbirinden cahil, zalim ve de saldırgan Arap-İslâm stereotayp tiplerle doldurdukları geleneksel Hollywood öykülerini hatırladığımda, içinde biraz daha fazla zekâ gösterisi ve bir nebze daha yoğun adalet duygusu barındıran bu tür yeni dönem casusluk serüvenlerini birer “normale dönüş” örneği olarak yorumlamayı tercih ediyorum.

Her ne kadar Hollywood anlatılarında dört dörtlük bir adalet ve İslâm'a yönelik olarak “Çağrı” filmi benzeri övgüler görmeyi arzulayan kimi dindar seyircilerin bu naif beklentilerini asla kesmeyecek olsa bile, “Hain”, fabrikasyon üretimin dışına taşabilmiş özel bir örnek olarak bu yeni akımın içindeki ayrıcalıklı konumunu da daha şimdiden elde etmiş durumda…