T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 14 ŞUBAT 2006 SALI | ||
|
Hayır, mantıklı bir neden aramıyorum artık. Çünkü, parlak ve bir o kadar da saygıdeğer bir anayasa hukukçusu olan Prof. Erdoğan Teziç'in yasak savunusu bütün mantık kurgusunu allak-bullak ediyor. Mesela şöyle diyor: "Tabii ki, inanca dayalı değerler kutsaldır ama, onun kadar kutsal olan, kamu görevlileri için kamunun yarattığı hukuk düzenidir. Sokaktaki insan 'Benim kamu görevlilerim ayrım yapmaz' diyebilmelidir. Cumhuriyeti içtenlikle taşımak gerekiyor..." Başörtüsü uygulamasını ya da alışkanlığını, zımnen, "inanca dayalı değerler" skalası içinde gören Teziç, inanca dayalı değerlerin yaşatılması ve korunmasının biricik teminatı olan "hukuk"u, inanca dayalı başka kutsallarla yarıştırıyor. Kamunun yarattığı düzen (her türlü düzenden sözediyorum), oysa, kutsal olabilir mi? Hem, "hukuk" ve "kutsal" çatışık kavramlar mıdır? Bir an öyle olduğunu varsayalım... Bir an kamunun yarattığı "kamu düzeni"nin vazgeçilmez bir paradigma olduğunu ve kendi içinde bir kutsallığı bulunduğunu düşünelim... Bu durumda, hangi kutsalı hangi kutsala tercih edeceğiz? Daha doğrusu, hangi kutsal adına hangi kutsaldan vazgeçeceğiz? Teziç, kamu tercihlerinin ortaya çıkardığı kamu düzeninden değil de, sanki bir "din"den sözediyor. Hadi yine diyelim ki, kamunun yarattığı düzen kutsaldır ve inanca dayalı değerlerin önündedir... Peki, bizden inanca dayalı kutsallarımızdan vazgeçmemizi buyuran bu kutsal, hangi kamu tercihlerini yansıtmaktadır? Daha önce kaç kez yazdığımı hatırlamıyorum... Kamusalı belirleyen kamudur, yani halktır. Elimizde, kamusallığı tayin eden bir tecrübe, bir ilkeler manzumesi, bir "nass" bulunmadığına göre, öncelikle kamunun inancını, değer tercihlerini ve yaşama pratiğini gözetmek durumundayız. Kamusalı (kamusallığı) tayin eden kamuysa, "kamusal meşruiyet"in kaynağı da halk olmak zorundadır. Fakat, Teziç gibi düşünenler, hem kamusalı bir muhkem-i kaziyye olarak görüyor, hem de kamu adına "kamu tercihleri"ni dışarıda bırakıyor. Kamu tercihlerini yansıtmayan kamusallık (daha doğru bir ifadeyle, kamu tercihlerini dikkate almayan bir kamu düzeni) ne kadar meşrudur? Meşruiyeti bile tartışmalı bir şeyin kutsallığından sözedilebilir mi oysa? Parlak ve bir o kadar da saygıdeğer bir anayasa hukukçusu olan Teziç'e göre, kamu görevlisinin pazarda türbanlı dolaşması devleti sarsar. Dolayısıyla, bir öğretmen de okulda başı açık, pazara çıkınca türbanlı olamaz. Hem saygıdeğer bir anayasa hukukçusu olan, hem de YÖK'e başkanlık eden Prof. Erdoğan Teziç, bu son derece enteresan mantık örneğini, çok daha enteresan olabilecek bir "türban tanımı"yla taçlandırıyor. Diyor ki, "Öğrenci, kadınlığından utanarak türban takan öğretmenini görüp, 'acaba annem ayıp mı yapıyor' diye sormaya başlar..." Demek ki, türban (ya da başörtüsü), Teziç gibilerin nazarında, "kadınlığından utananların" tercih ettiği bir örtünme materyalı. Dünkü yazımda, Teziç yaklaşımında mantık aranmaması gerektiğini, meselenin "başka bir şey"le ilişkili olabileceğini söylemiştim. O başka bir şey'in ne olduğunu, "kadınlığından utananlar" ifadesinden yola çıkarak siz tahmin edin artık. Ben yazmaktan yoruldum...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |