YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Bir filmin çağrıştırdıkları

Yakında 'derin devlet'in varlığından kuşku duyanlar arasına benim de katıldığımı duyarsanız şaşırmayın. Şu KHK krizi çıktığından beri hep "Derin devlet şimdi devreye girer" diye bekledim, beklediğim gerçekleşmedi... Reha Muhtar gibi, "Nerde derin devlet, nerde?" diye bağırmayı bile düşündüm, inanın...

İşin aslına bakarsanız, konu, 'Kuşatma' adıyla bizde de gösterilmiş olan 'The Siege' filmini yeniden izlerken aklıma geldi. Film Türkiye'de değil ABD'de geçiyor, canlandırılan tiplerin hiçbirinin bizde izdüşümleri yok; ancak yine de, zihnimde olmayacak ilişkiler uyandırdı bu film...

Türkiye'de toplumun bir kesimine karşı 'rutin-dışı' bir tedbir öngörülüyor, bunun için bir yasa hazırlığı söz konusu oluyorsa, öncesinde mutlaka bazı olaylar gelişmesine alışmışım bir kere... Taa Takrir-i Sükun Kanunu günlerinden beri hiç şaşmayan bir rutindir bu... Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkması, o dönem (1952) oldukça faal Milliyetçiler Derneği'nin kapatılması için heykellere saldıran Ticaniler'in ortaya çıkması gerekmişti... Anayasayı Koruma Kanunu adıyla yapılan hazırlık 1 Mayıs 1977 provokasyonunu bekledi... 28 Şubat sürecinin hayat damarı şimdi kimbilir nerede vakit öldüren Kalkancı-Fadime tipleriydi...

Geçenlerde, Celal Bayar'ın doğum yıldönümü vesilesiyle Umurbey'e giden bir eski politikacıyla sohbetimden söz etmiştim. O politikacı, daha önce hiçbir yerde duymadığım bir ayrıntı nakletti bana: Koruma Kanunu çıkması öncesinde Atatürk heykellerine musallat olan Ticaniler'in önderi Kemal Pilavoğlu aslında DP'li değilmiş; 1950 seçiminde CHP'den adaylığa müracaat etmiş... Anlattığı bana hiç de ters gelmedi...

Turgut Özal'ın başbakanlığı zamanında, başörtüsü yasağına son vermek üzere hazırlanan yasalar ne zaman Meclis gündemine girecek olsa mutlaka 'İslâmî terör' ile irtibatlandırılabilecek bir büyük eylemle toplum sarsıldı. Prof: Muammer Aksoy'u öyle bir ortamda kaybettik; Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi lâik kesimin simge isimleri, 'toplumsal barış' arzuları en zirve noktaya vardığında katledildiler...

Bugünkü sessizliği görünce şöyle düşünmeden edemiyorum: Demek ki, o tür eylemleri sahneye koyanlar artık faal olamıyorlar... Belki de elde 'kadrolu terörist' kalmadı. Yoksa, toplumu sarsacak önemli bir eylem (bir siyasî suikast, hassas bir binaya yerleştirilecek bomba) bütün tartışmaları sona erdirmeye yeterdi... Oysa, son krizde, eski görüntülerle idare etmek zorunda kaldı televizyonlar...

Bizde olan bitenlerle ilgi kurulması çok güç bir film geçen yıl gösterime girmiş olan 'Kuşatma'... Orada ortalıktan kaybolan liderlerini ABD'nin kaçırdığına inanan Ortadoğulu bir grup teröre bulaşıyor; mâsum insanları hedef alan kör bir terör bu... Bir otobüs dolusu insan öldürülüyor sözgelimi; FBI merkezinin bulunduğu binaya bir minibüs gönderilip 600 kişinin ölümüne yol açılıyor...

New York halkını dehşete düşüren, işyerlerinin, okulların kapanmasına yol açan terör eylemleriyle FBI 'hukuk içerisinde' baş etmeye çalışıyor, ancak, alınan tedbirlerin yetersizliği iddiasıyla ABD başkanını New York'ta sıkıyönetim ilânına ikna eden güvenlik danışmanı general kendi üslubuyla olaya el koyuyor. Kente onbinlerce asker taşıyor general, Ortadoğulu herkesi Yankee Stadyumu'nda topluyor, şüphelendiği kişileri işkenceye tâbi tutuyor, hatta öldürüyor...

Bir sahnede, FBI'ın konunun peşine taktığı genç görevli (Denzel Washington oynuyor bu rolü), generalin (Bruce Willis) bir şüpheliyi çırılçıplak soyup işkenceden geçirdiğini görünce, dayanamıyor ve "Sen, bu ülkenin aziz tuttuğu herşeyi ayaklar altına alıyorsun" diye bağırıyor... Yapılanların kanunsuz olduğu inancıyla... Generalin cevabı, "Kanun benim" oluyor... Filmin sonunda, onun için ölmeye hazır birliklerinin önünde işkence ve cinayete karışarak Amerikan anayasasını çiğnemekle suçlanıyor general ve FBI tarafından tutuklanıyor...

Edward Zwick'in yönettiği filmle bizde olup bitenler arasındaki benzemezlikler çok fazla sizin anlayacağınız...

Filmde ABD'yi dehşete düşüren terör olaylarının başlamasına sebep olan 'kaybolan lideri' kaçıranın sonradan New York'a el koyan general olduğunu öğreniyoruz; hiç kimseye haber vermeden, öyle uygun gördüğü için, kaçırma eylemini düzenlemiş general... Kendi başına harekete geçip mâsum insanları öldüren 'İslâmî teröristler' de, filmin senaryosuna göre, aslında CIA tarafından başka bir amaçla eğitilmiş kişiler değil miymiş? ABD'yi felç eden eylemlerde kullanılan bombaların yapımını, bölgede yetişmiş, Arapça bilen CIA ajanı (Annette Bening) öğretmiş teröristlere...

Filmde Bruce Willis'in canlandırdığı generalin, bütün bunları, ülkesini çok sevdiği için yaptığı anlaşılıyor. Yönetmen bu konuda hiçbir kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta davranmış... Willis, "Ülkeme bir zarar gelmesindense yüzlerce insanı öldürürüm" derken samimiydi... İsteseydi, silâhlarını FBI mensupları üzerine çevirmiş genç askerleri, general için, orada cinayet işlemeye hazır görünüyorlardı... Ancak, "Ülkemin çıkarları gerektirse, gözümü kırpmadan ölüm emrinizi veririm" demesine rağmen işi o noktaya kadar vardırmadı Bruce Willis...

Fırsat bulursanız 'Kuşatma' filmini bir daha izleyin; bakalım sizde ne çağrışımlar uyandıracak...


29 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Taha KIVANÇ

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...