YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...



  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Teammüden...

"Yalan söyleyen unutkan olmamalıdır" diye bir atasözü var. Çünkü unutkan adam, bir gün hangi konuda yalan söylediğini de unutur ve farkında olmaksızın gerçeği söyleyiverir.

Bilmem hiç, mesela Emin Çölaşan'a Türkiye'nin en önemli sorunlarının ne olduğunu sormayı düşündünüz mü? Böyle bir sıralamayı kendiliğinden yapmış bile; işte Çölaşan sıralamasına göre Türkiye'nin belli başlı sorunları:

"Bir Türkiye düşünün ki, karşısında en az 20 tane çok önemli sorun var.

"Enerji krizi, özelleştirme, ekonomik durum, gelir dengesizliği, işsizlik, enflasyon, Ermeni tasarısı, Avrupa Birliği, Kuzey Irak, Kıbrıs, Ege, Kafkaslar, diğer komşularla ilişkiler ve say sayabildiğin kadar..." (Hürriyet, 30 eylül 2000)

İsterseniz bir kere daha okuyun, iç-dış her şeyi saymış Çölaşan...

Ama aralarında "irtica" yok.

Türkiye'nin "bir numaralı iç tehdit" diye "topyekün savaş"la yok etmeye çalıştığı, Emin Çölaşan gibi yazarların da medyada söz konusu projenin psikolojik savaş boyutunu üstlendiği tehlike, "en önemli 20 mesele" içinde sayılmıyor. Acaba paragrafın sonuna giren "say sayabildiğin" cinsinden meseleler içine mi girdi "irtica tehdidi"?

Hayır, öyle de değil sanıyorum. Bu ifade, Çölaşan'ın "Bir numaralı iç tehdit konsepti" çerçevesindeki misyonundan kurtulabildiği zamanki ürünü... Yoksa baştan denseydi ki, ya da kendisi karar verseydi ki, "bu yazı malum konsepte göre yazılacak" o zaman 20'lik liste hüç şüpheniz olmasın ki "irtica, enerji krizi vs..." diye başlayacaktı.

Unutkanlık insani bir hadise ve insan kendisini kurgulamadığı ya da kurgulanmadığı zaman, kurgulanmış gerçeklerden sıyrılır ve deyim yerindeyse hakiki gerçeği ifade ediverir.

"İrtica" yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında ancak halkın yüzde 3-8'i tarafından bir "ülke sorunu" olarak görülüyor. Ben o toplum kesiminin bile belirli bir kurgulanmadan etkilendiğini düşünüyorum. Ve eminim ki, onlar da zihinlerini serbest bıraktıklarında tıpkı Emin Çölaşan gibi "irtica"yı "say sayabildiğin kadar..." serisinin içine sokacaklardır.

Peki bu korkunç iç tehdit neyin nesi?

Medyada bu kadar insan, neden bir canavar üretimi için seferber olmuşlardır?

"Teammüden" kelimesini bunun için kullanıyorum. Bu "kasten" anlamına gelen bir kelime... "Tasarlanarak işlenmiş" bir suçu anlatıyor. Hesaplı, kitaplı işlenmiş bir suç... Mesela bir cinayet... Yoketmeye niyet ettiniz, pusu kurdunuz, tuzağa düşürdünüz, öldürdünüz, sürüklediniz, parçaladınız vs...

"İrtica"nın bir numaralı iç tehdit haline getirilişi, tehdidin boyutlarını büyütmek için devreye sokulan medya desteği, bunun yargıya yansıması, elde edilen siyasal sonuçlar vs... hep bir projeye bağlı...

İnsanlar projenin güdümüne girdikleri sürece, "iç tehdit" diye düşündüler, Emin Çölaşan da onlardan biri oldu. Hala da, yönlendirme sürdüğü ölçüde Çölaşan imzası altında "iç tehdit-irtica" söylemine rastlanabilir. Ama her yazıya başlarken, mesela Cumhurbaşkanı-Hükümet tartışmasında, projeyi akılda tutmak mümkün olmadığı için, "irtica ve iç tehdit paralelliği" de kolaylıkla unutulabiliyor ve irtica ülke sorunları içinden çıkabiliyor...

Çölaşan'ı sadece bir örnek olay olarak almış bulunduk. 28 Şubat sürecine baktığımızda bu projelendirilmiş "iç tehdit" olgusunu bir bütün olarak orada görmek mümkündür.

Onun için bu süreç boyunca insanlar hep "kurdun kuzuyu yemesi"ni hatırlamışlar ve yemek için kuzu arayan kurda bir biçimde "suyu bulandıran kuzu" bulunması gerektiğini düşünmüşlerdir.

Şu an yaşanan İmam Hatiplerle ilgili tartışmaya bir de bu açıdan bakmakta yarar var.

Devletin kurduğu, müfredatını devletin belirlediği, devletin denetlediği, öğretim kadrolarını devletin tayin ettiği, mezun olanlarını devletin istihdam ettiği, bu istihdam sırasında devletin teftişinden geçen İHL camiasını "iç tehdit kapsamı"na sokmak isteyen bir irade, bir süreci teammüden işletmeye çalışıyor. Okullar yokoluş sürecine sürüklendi, şimdi devletin değişik alanlarında görev almış İHL kökenli insanlara karşı bir yokedici irade devreye sokuluyor. İHL'li olmak, "irticai tehdidin potansiyel parçası" olmak için yeterli sayılıyor.

Peki bir suç isnad edilebiliyor mu?

Hayır, suçlu olmak için İHL kökenli olmak yetiyor...

İşte bu, yokediciliğin "teammüden – kasti - projelendirilmiş" boyutudur.

Bu teammüd niyeti ortadan kalkarak bakılsa, İHL kökenli devlet görevlilerinin dosyası, belki oran itibariyle başka kökenli pek çok insandan daha pürüzsüz çıkacaktır.

Devlet, güvenmiş de o sorumluluğu vermiştir. Bugüne kadar da bu güveni sarsıcı bir kusuruna rastlanmamıştır.

Ama projelendirilmiş bir zihniyetle baktığınızda İHL'nin dürüstlüğü bile "devlet içinde yükselme" amacına yönelik bir pln olarak görülebilecektir.

O bir İHL'lidir... Öyleyse bir biçimde saf dışı edilmeye layıktır.

Hatırlıyorum, Evren'in cumhurbaşkanlığı sırasında yaverliğini yapan kişi İlahiyat kökenli bir insandı. Nasıl güvendi asker kökenli bir Cumhurbaşkanı o gün İlahiyat kökenli birisine...

Bir gün zihinler gerçeğe uyanacaklar... O zaman pek çok insanın, bu projelendirilmiş dönemdeki tavırlarından utanacağına inanıyorum...

Bir gün İHL'lilerden de özür dilenecek...


2.EKİM.2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...