|
Dünkü Sezer
Heykeltraşlar kaba bir taş kütleyi yonta yonta bir şekil çıkarırlar. Bunların bazıları eciş-bücüş birşeye benzer. Bazıları da kendisini izleyenler nezdinde büyük bir mehâbet hissi uyandırır, baktıkları heykelin heybeti karşısında âdeta ürperirler.
Şu anda Ahmet Necdet Sezer, toplumsal algılama karşısında henüz şekil ve mahiyet kazanmamış bir "kütle" olarak duruyor. Toplum onun nasıl bir cumhurbaşkanı tipi ve çizgisi sergileyeceğini henüz tam olarak kavrayamıyor.
Yoksa Korutürk mü?
Burada ciddi bir durum söz konusu. Acaba Sezer, Ecevit'in ve bazı tekelci sermaye gruplarının açık-gizli muhalefetleriyle, alabildiğine köşeye sıkıştırılmış bir Fahri Korutürk çizgisine mi râzı olacak? Yoksa Meclis'in sessizliğe büründüğü; son derece zayıf olduğu halde, arada bir salvo ateşlerine girişen hükümetin sergilediği demokratik zâfiyet ortamında, ihtiyacını duyduğumuz bir hukuk karizması mı üretecek?
Memurlar hakkındaki KHK ve Bankalar Kararnamesi karşısında takındığı tavır, bu ihtimali güçlendiriyor kuşkusuz. Fakat unutmamak gerekir ki, YÖK'ün yanlış tutumu karşısında sergilediği demokratik salvonun sonu, maalesef hüsranla sonuçlanmış; Ege'deki mevzi kaybı bir yana, aynı ölçü diğer üniversitelerde uygulanamamıştır. Dolayısıyla üniversiteler konusunda büyük bir hüsran yaşanmış, bir mânâda dağ fare doğurmuştur denilebilir.
Bu örnekleri göz önünde bulundurursak, Cumhurbaşkanı hakkında toplumun iki farklı algılaması söz konusudur.
Birincisi, hükümetle ilişkilerinden hasıl olan bir algılama!.. İkincisi de trafik ışıklarında durmak, aldığı tasarruf tedbirleri ve mütevâzî bir yaşayışı tercih ettiğine ilişkin göstergeler!..
Halk köşkü nasıl görüyor?
Bu örnekler, kuşkusuz cumhurbaşkanı hakkında olumlu kanaatler üretiyor. Toplum kendilerini, kendi içinden çıkmış, âidiyeti itibariyle orta sınıfa mensup bir tipoloji olarak algılıyor. Ama acaba, kültürel değerleri itibariyle cumhurbaşkanının dünyası neyi ifade ediyor? Henüz toplumun bu meyanda kanaatleri teşekkül etmiş değil. Buna rağmen de, Sayın Sezer'in ve değerli eşlerinin uzun meslek hayatlarında, sermaye tekellerinin sofralarında vakit geçirmediğinden uluslararası kapalı gizli örgütlerin üyesi olmadığından, onlara sırtını dayamadığından da o kadar emin. Kendisiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan taşralarda, çok kişilerden dinledim ki; bu adam haram yememiş ve asla rüşvette gözü olmayan birisi diyorlar. Halk böyle bir kanaate nasıl ulaşır bilemiyorum. Burada Türk halkının Mevlânâ'lardan, Nasreddin Hocalardan sürüp gelen bir ârifâne sezgiden yola çıktığından kuşku yok.
Hukukçu mu, devlet adamı mı?
Bu halde Sayın Sezer, içtimâî şuuraltının derin ve iştiyaklı beklentilerine ne derece tekabül eder? Bunu hisseder mi, toplumla bu mânâda bir korelasyon kurabilir mi? İşte asıl sorun burada yatıyor.
Cumhurbaşkanı siyasetten gelmediği ve meslek hayatı dolayısıyla halkla mesafeli durduğu için, bu alanda henüz tecrübesiz sayılırlar. Fakat ne olursa olsun, halkla temasın ve diyaloğun bir yolunu bulmaları gerekir. Halk onu yakından görmeli, aracısız temas imkânı bulmalı ve toplumun derinden derine ihtiyacını bir sıcaklık ve güven ihtiyacına bizatihi kendileri tekabül etmeliler. Çünkü buna ziyadesiyle ihtiyacı var toplumun. Siyasetin parçalandığı ve güven yitirdiği, hatta halkı unuttuğu son yıllarda; toplumun kendini istinad edebileceği bir cumhurbaşkanı iradesine öylesine ihtiyaç var ki tahmin olunamaz.
Dünkü konuşmasında olduğu gibi Sayın Sezer, bütün bu ihtiyaçlara tekabül dolayısıyla tek bir argümana başvuruyor. O da mesleki kariyeri ve hukukçu kişiliği!.. Yani gücünü hukuktan alan, kabiliyetini hukuk alanında sergilemek isteyen bir cumhurbaşkanı tipiyle karşı karşıyayız şu anda.
Bence burada büyük bir handikap yatıyor. Daha doğrusu Sayın Sezer riskli bir çizgi üzerinde ilerliyor. Yani hukukçu kişiliği, devlet adamı kişiliğini alabildiğine gölgede bırakmış oluyor.
İşte bu hususu, ayrı bir yazı olarak yeniden kaleme almamız gerekiyor.
2.EKİM.2000
|