YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...



  Arşivden Arama

 

 

"Yok, devenin başı..."

Bazen düşüncelerinizin aklınızdan ileri geçip, kendi kendinize, "Yok, devenin başı" dediğiniz oluyor mu? Şu sıralarda bu tür bir hal bana sıkça oluyor da... En son, "Demek ki, her şey Demirel'in görev süresinin beş yıl daha uzatılmasına göre ayarlanmış; '5+5' formulü suya düşüp Çankaya'ya Sezer çıkınca kumpas sırıtıverdi" diye düşündüğümü hatırlıyorum; gelin de, kendi kendinize "Yok devenin başı" demeyin bakalım...

Başbakan Bülent Ecevit'in 'en yakın çevresi', "Sezer'i aday göstermekle hata ettik" demiş bizim ahbap çavuşlara... Bu sözde şaşılacak bir şey yok da, seçilmiş gazetecilerin kullandığı 'en yakın çevre' sıfatı beni epey güldürdü. Bundan böyle, bu sıfat kullanıldığında kimin kast edildiğini biliyoruz artık: Rahşan Ecevit... Sadece 'yakın çevre' dediklerinde de Hüsamettin Özkan anlaşılacak... Siyasi terminolojimiz gelişiyor...

'5+5' formulü hayata geçseydi neler olacaktı, biliyoruz: Hükümet, hem memurları kolayca işten atabilme yetkisini üzerine aldığı KHK'yı geçirecekti, hem de kamu bankalarını özelleştirme konusunda kolaylık sağlayacak KHK'yı... Daha önce benzer durumlarda Çankaya'dan büyük anlayış gördüğü anlaşılıyor Ecevit'in; bazı özel durumlarda Demirel'in "Şunu da yetki yasasına ekleyin, yarın ihtiyacınız olur" diyen teşviklerini görmeye bile alışık hükümet...

Memurlarla ilgili KHK'yı 'anayasaya aykırı' bulduğu için reddetmesi sonrasında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer üzerinde ikinci defa veto kullanmak yerine konuyu Anayasa Mahkemesi'ne götürmesi yönünde olağanüstü bir baskı uygulandı. Hangi aklı başında taze cumhurbaşkanı o baskı yönünde hareket etmezdi ki? Mahkeme, geçmişte, benzeri konularda hep red kararı almakta tereddüt etmemişti çünkü... Ancak, Sezer, sadece bir kaç ay önce başkanı olduğu Anayasa Mahkemesi'ne gitmek yerine, çıkacak gürültüyü göğüslemeyi göze alarak, kararnameyi ikinci kez veto etti. Benim zihnim, hemen, "Acaba, Anayasa Mahkemesi'nin geçmiş içtihatlarına rağmen memurlarla ilgili KHK konunda farklı bir karar alacağından mı endişe etti?" düşüncesine uçtu...

Evet, burada da, "Yok, devenin başı..." demeniz gerekiyor... Koskoca mahkeme, son bir kaç ay içerisinde Demirel tarafından atanmış yeni üyelerin yönlendirmesiyle, 1961'den beri kimbilir kaç kez verdiği kararların hilâfına davranabilir miydi? Herhalde epey zorlanırdı.

Her şey çok güzel ayarlandığı halde, FP'nin 'Yenilikçi' denilen milletvekilleri mızıkçılık edince Demirel'in denklem dışı kalması zirvedeki dengeleri bozdu; devlet, cumhurbaşkanı onayı gerektiren hallerde, kolay kolay 'rutin dışı' yollara başvuramaz oldu. Bunun sıkıntısı her düzeyde çekiliyor...

Tabii, burada, devlet işlerinin "Sen bugün benim sırtımı kaşı, yarın ihtiyacın olduğunda ben de seninkini kaşırım" mantığıyla görüldüğünü söylüyor değilim. Hâşâ. Eğer öyle olsaydı, Demirel'in o ünlü fotoğrafta yer alan - almayan aile fertlerinin 'rutin dışı' işlere göz yumduğu için koruma altında tutulduklarını ileri sürmüş olurdum. Herbiri milyarlarca doları bankalardan uçurduğu ithamına mâruz aile fertlerine zırh sağlayanlar ve sırf o zırh uğruna kendi rızasıyla ağzına fermuar çeken Demirel görüntüsü hiç de şık olmazdı... Yok, hayır, böyle bir iddiada bulunuyor değilim...

Türkiye'de buna benzer iddialarda bulunmanın bir bedeli var: Milliyet'in tüketici haklarını korumasıyla ünlü yazarı Meral Tamer'in, büyük depremden hemen sonra ortaya saçılan beceriksizlik manzarasına bakıp, "Balık baştan kokar" atalar sözü etrafında geliştirdiği yazısı başına iş açtı sözgelimi ve mahkeme "Cumhurbaşkanına hakaret" ettiği savıyla, Tamer'i bir yıl dört ay hapis cezasına çarptırdı.

Devletin işleri, her düzeyde 'al gülüm – ver gülüm' hesabı içerisinde mi götürülüyor? Ben inanmıyorum, ama Ecevit'in dışa vuran pişmanlığı bu tür 'muzır' düşüncelere hak verdiriyor. Başbakan ve yakın – uzak çevresinin ('uzak çevre' denildiğinde Emin Çölaşan ve benzerlerini anlayacağız), anayasaya ve yasalara aykırı düzenlemelere geçit vermeyen Çankaya ile bu denli açık bir savaşa tutuşmasını nasıl yorumlayabiliriz? Bu tür düşünceler, bir süre sonra, korkarım, zihinlerde hapsolmak veya dost sohbetlerinde konuşulmaktan öte bir yaygınlık kazanmaya ve devleti kemirmeye başlar... Hafazanallah...

Süleyman Demirel'in sağlığıyla yakından ilgilendiğini kısa dönem askerliği sırasında şişlendiğinde Sivas'a kadar koşmasından bildiğimiz yeğeni Yahya Murat Demirel'in derdest edilip sorguya alınması hakkında ne düşünüyor acaba Başbakan Ecevit? Bu tür olayların kendisinin işbaşında bulunduğu bir dönemde ortaya çıkmasından mutlu olması gerekir; kendisinin 'dürüst' imajına uygun bir gelişme çünkü bu... Ancak, Bülent Bey, hiç de öyle mutlu bir görüntü vermiyor etrafa; tersine, "Bu dert de başıma nereden çıktı?" diye sorar gibi... "Her şey Süleyman Bey'in görev süresinin uzatılmamasıyla kötüye gitmeye başladı" düşüncesine şu sıralarda aklını fazlaca taktığı iyice hissediliyor...

Bu konuları görüştüğümüz bir dostum, "Süleyman Bey'in Çankaya'da oturmadığı bir ülkede Bülent Bey'in başbakanlık yapması zordur; beklenmedik gelişmelere hazırlan" dedi bana... Ona ne cevap verdiğimi herhalde tahmin edersiniz: "Yok, devenin başı..."


2.EKİM.2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Taha KIVANÇ

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...