Özkök'ün sitemi

"Keşke o yatırım yapılsaydı da, ben de Yüce Divan'a gitseydim" diyor Ertuğrul Özkök.

Bunu söyleyen kim?

Bir gazeteci.

Kocaeli'nde bir karton fabrikası kurmak istiyorlarmış. Güney Kore'den "müthiş bir kredi" bulmuşlar. Üretecekleri kartonun bir bölümünü kendileri kullanacakmış, bir bölümünü de ihraç edeceklermiş. O sıralarda Romanya hükümeti, "Gelin" demiş, "Bu fabrikayı Köstence'de kurun. Size arsa verelim, vergi muafiyeti kazandıralım." Ama Ertuğrul Özkök ille de Türkiye'de olsun istiyormuş. İş, devletten alacakları teşviğe kalmış. İşte tam o sırada telefon dinleme olayı patlamış.

"Devlet Bakanı Güneş Taner'i Abdullah Öcalan'ın Rusya'ya kaçışı ile ilgili bir haber için aramıştım" diyor Özkök, "O sırada bu karton fabrikası ile ilgili teşvik kararını niye imzalamadıklarını da sormuştum. O telefon konuşmamız kanunsuz bir şekilde dinlendi. Kasetler yayınlandı."

Tevazu gösteriyor Özkök, Başbakan Yılmaz'a nasıl ana-avrat dümdüz gittiğini yazmıyor. Hele, o kasetlerin yayınlanmaması için, gazete ve televizyonlara nasıl baskı uyguladıklarını hiç anmıyor.

Başbakan, "teşvik" kararını imzalamamakla, doğrusu, çok ayıp etmiş. İşin içinde bir gazeteci de olsa, yatırım yatırımdır.

Benzeri bir ayıbı, şimdi MHP'li komisyon üyeleri işliyor.

Özkök'ü teşvikten mahrum eden Yılmaz, Ford yatırımı için SEKA arazisini "bedelsiz" olarak Koç grubuna tahsis etmişti, hatırlayacaksınız...

Hakkındaki sekiz ayrı "yolsuzluk" dosyasından aklanan Yılmaz, SEKA peşkeşinden dolayı "suçlu" bulundu. Yüce Divan'da yargılanacak.

Tabii, biz "peşkeş" diyoruz.

Özkök'e bakarsanız, ANAP Genel Başkanı, "yurdunu seven her Türk vatandaşının yapması gerekeni yaptığı için" Yüce Divan'a gönderilmek isteniyor.

Yazısını baştan sona, bir kez daha dikkatle okudum.

"Bir gazetecinin, teşviktir, yatırımdır, kredidir, böylesine akçalı işlere bulaşması ne kadar ahlakîdir?" sorusunu bir kenara bırakırsak, söyledikleri özünden doğru.

Bu ülkede "müteşebbis" olmak zor.

"Türkiye'nin yabancı yatırımları çekmek için böyle onlarca, yüzlerce karar alması gerekirken", devlet varolan yatırımları da engellemeye çalışıyor.

Yüce Divan'a gönderilmek istenen, Özkök'ün ifadesiyle, Mesut Yılmaz değil aslında, ülkesine bu muazzam yatırımı getirmek isteyen sermaye gurubu.

Yani, Koç...

İyi de, Koç'a yönelik devlet tutumunu ayıplayan Özkök, neden vaktiyle "topyekün savaş" stratejisinin öznesi ilan ettiği Kombassan'a duyarlı değil?

Haşim Bayram, önceki gün isyan ediyordu:

"Konya'daki kağıt fabrikamızın ithalat izni hiçbir gerekçe gösterilmeden durduruldu. Millî lastik sanayimiz olan Petlas için hâlâ yatırım belgemizi vermediler. Gıda şehrimizdeki fabrikalarımız için ithal ettiğimiz 9-10 milyon marklık makineler 1.5 yıldır gereksiz yere bekletiliyor. Büyükelçiliklerimizdeki ticaret ataşeleri, bulundukları ülkelerdeki kuruluşlara, Karaman'daki fabrikalarımızdan gıda maddesi almamaları için yazılar yazıyorlar. Defterlerimiz 3.5 yıldır inceleniyor, hiçbir şey bulamadılar. Ancak, ithal ettiğimiz bir vana için TSE belgesi yok gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesi'nde toplu kaçakçılıktan yargılanıyoruz."

Dahası var:

"Kombassan olarak savunma sanayiine de girmek istedik. Ancak ölümle tehdit edildim."

Kombassan olayı, bir turnusol kağıdıdır.

Bir samimiyet göstergesi...

Özkök'ün, gerçekte ülkeyi mi, yoksa Koç ve Doğan Medya Grubu'nun çıkarlarını mı gözettiği, Kombassan'a yönelik "yok etme" kampanyasına göstereceği tepkiyle ortaya çıkacak.

Özkök'e çağrımdır:

Sayın Bay; Kral Hüseyin'i defnetmiş "müstesna" bir gazeteci olarak, yaptıklarınızda Yüce Divan'a muhatap bir "değer" vehmedebilirsiniz. Çok çok yetenekli bir işadamı, bir müteşebbis olabilirsiniz. Yılmaz'ı savunurkenki celadetiniz de, ayrıca, her türlü takdirin üzerinde... O halde gelin, ANAP Genel Başkanı gibi siz de "yurdunu seven her Türk vatandaşının yapması gerekeni" yapın ve rekabet koşullarının tesis edilmesine hiç değilse "demokratik" çerçevede katkıda bulunun.

Görüyorsunuz işte.

Dün Kombassan'a, bugün Koç'a...

Yarın da, bir bakmışsınız Doğan Medya Grubu'na...