![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
İnsanlığımızı öne çıkarmak...Besim Tibuk, Zahit Akman'ın yönettiği ve 27 Mayıs'ın tartışıldığı Siyah-Beyaz programında, merhum Adnan Menderes'e, idamından önce yapılan işkenceyi anlatıyor ve bunu "alçakça ve iğrenç" olarak nitelendiriyordu. Tibuk şunu söylüyordu: "Rahmetli Menderes'in idama nasıl götürüldüğünü biliyor musunuz? Bunu anlatmam lâzım. İntihar etmeye çalışmış, komadayken sabah uyandırıyorlar, idam edecekler. Aman kimse müdahale etmesin diye. Dış ülkelerden baskı var. Sabah doktorlar gidiyor muayene ediyorlar. "İyisin" diyorlar. Sonra da tuvaletini yapacak. 'Önümüzde yap' diyorlar, aşağılıyorlar. Derken muayene bitiyor, sağlam raporu veriyorlar. 'Seni hastaneye götüreceğiz' diyorlar. Halbuki İmralı'ya götürüp asacaklar. Saat 14.35'te astılar. Türk tarihinde öğleden sonra hiçbir idam olmamıştır. Tam çıkarlarken doktorun biri prostat muayenesi yapmadık diyor. Şimdi Menderes çok mahçup bir insan. Bir sürü subayın, 6-7 doktorun önünde nasıl yapılır prostat muayenesi... Bir adam idama gidiyor, prostat muayenesi yapıyorlar, pantolonunu indiriyorlar." Programa katılan Prof. Dr. Tahir Hatiboğlu ise, Tibuk'u "hissi davranmak, duygu sömürüsü yapmak"la suçluyor, hatta daha ileri gidip "Bunların hepsi uydurma, şişirme, ihtilâl koşulları içinde yapılmış şeyler" diyordu. Hatiboğlu, sol görüşlü bir kişiydi, 27 Mayıs'a sahip çıkıyor ve bu harekete gölge düşmesin diye, Menderes'e yapılanları küçümsüyordu. Oysa, Menderes'e yapılan gerçekten vahşetti ve sayın Hatiboğlu da, pekâlâ, "Bu vahşete ben de karşıyım" diyebilirdi. Yazık ki, tarafgirliğimiz, hassasiyetimizi törpülüyordu. Geçtiğimiz Cumartesi günü Can Dündar'ın Sabah'taki yazısında iki işkencecinin anlattığı işkence örnekleri vardı. Oğluma okuttum o yazıyı, "oku ve hislerini söyle" dedim. Okudu ve "iğrenç" dedi. O yazıdan alıyorum: "Hiç unutmam, Cizre'li E. G. diye bir avukat vardı, Emniyet âmirleri, bunu çırılçıplak soyup, fino gibi havlamasını istediler. Koca avukat öyle havladı. Sonra kedi gibi miyavlattılar, eşek gibi anırttılar. Sonra çufçuf hareketi' dediğimiz bir şey var. Vatandaşları çırılçıplak soyup arka arkaya dizme, birbirine dayanarak tren gibi oynatma..." "Lastikte ise kişi bir arabanın iç lastiğine, kafası bacaklarına gelecek şekilde yerleştirilir ve 1-2 saat bekletilir. Çıktığında o insandan hayır beklenmez zaten. Bir de "kar odaları" dediğimiz yöntem var: Kişi, üşütmek amacıyla çırılçıplak soyularak oraya gönderilir. "Bir seferinde ise genç bir kız sorguda bir G-3 alıp intihar etti. Aslında sorguya silâhla girmek yasaktır. Girişte bir çekmeceye kilitlersin silâhını. Ama her nasılsa bu kız G-3'ü bulmuş. Tek el ateş edip beynini sorgunun duvarına yapıştırdı. Ya düzensiz bir sorguydu, ya başka bir oyun oynandı; yani cinayetti, "intihar" dendi. Hadise, Ü. Bey tarafından kapatıldı sonra..." Murat İpek ve Murat Demir isimli "itirafçı"lardan, daha böyle yürek kaldıran işkence seansları... (3 Haziran 2000, Cumartesi eki). Bunları benim gibi eminim sayın Cumhurbaşkanı da okuyor, Başbakan da, yargı mensupları da, Meclis üyeleri de... Eminim ki, onların da yürekleri kalkıyordur... Ama benden fazla bir şey yapmaları gerekir diye düşünüyorum onların... Ahmet Altan'ın Zaman'daki röportajında, Sevgi İnce ile ilgili suçlamasını okudum, kendi hesabıma utandım. Diyordu ki: "Hapishanede masum bir çocuk ölürken, nasıl olur da bu ülkenin dindarları ayağa kalkmaz? 18 yaşında bir kız çocuğunun hapishanede ölmesini neden türban meselesi kadar önemsemezler?" (4 Haziran 2000). Dün Yeni Binyıl'da Sevgi İnce ile birlikte, Murat Dil'in, Leylâ Büyükdağ Bütüner'in cezaevindeki dramları yer alıyor ve "Hapiste ölüm kader mi?" sorusu soruluyordu.. Selâm'ın 4-10 Haziran tarihli nüshasında Adıyaman Cezaevi'nde yatan Emin Tenşi'nin "Diyarbakır'a tedaviye götüreceğiz" denilerek "infaz edilme endişesi" yansıyordu. İnternet'ten, İBDA-C dâvası sanıklarının yakınlarına ait feryadlar ulaşıyor: "Kartal ve Eskişehir cezaevinde yakınlarımız açlık greviyle toplu ölüme gidiyor, Adalet Bakanlığı seyrediyor. Yakınlarımız Hücre Tipi Cezaevleri Projesi için kobay olarak kullanılıyor" Ulucanlar Cezaevi ile ilgili dosya kapkara niteliği ile ortada duruyor. İşkence, kötü muamele, Türkiye'nin bir gerçeği ve anlaşılıyor ki TBMM İnsan Hakları Komisyonu'nun ortaya çıkardığı görüntü, aysbergin su üstündeki kısmı bile değil. Öncelikle, bir sivil duyarlılık geliştirmeliyiz, düşünce ayrımı gözetmeksizin. İşkence kime yapılırsa yapılsın karşı çıkmalıyız; hayvana bile işkence yapılmasına izin vermemeliyiz. Resmî kişi ve kurumları daha aktif bir tavır almaya yöneltmeliyiz. Bir işkence iddiası karşısında Cumhurbaşkanlığı seviyesinden başlamak üzere, tüm sorumlu devlet kademelerinin harekete geçmesini sağlayamalıyız. Ve bir, kara kitap hazırlamalıyız geçmişimizden geleceğimizden işkenceyi silip atmak için... Bu bir, insanlığı öne çıkarma eylemidir. Sevgi İnce cezaevinde ölürse, Emin Tenşi infaza tabi tutulursa ya da İBDA-C mensupları açlık grevinde ölüme yakalanırsa herkesin payına sorumluluk düşeceğini unutmamalıyız. Vücuduna elektrik verilen her sanıkla birlikte ürpermeden bu ülkede işkencenin bitmeyeceğini unutmamalıyız. Ve unutmamalı ki işkence bir gün gözsüz, kulaksız ve dilsiz olanlara da çıkabilir.
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|