- 2 -
İsmet Paşa Dersim'de
Şahin politikalardan yana olan İsmet Paşa'yla, bu isyanı bölgeye yeterince "hizmet" götürülmemesine bağlayan İktisat Vekili Celal Bayar arasındaki kavga bir süre sonra Çankaya'ya sıçrayacaktır.
Dersim'deki çatışmalar Ankara'yı oldukça telaşlandırıyordu. Durumun çıkmaza girmesi üzerine Başbakan İnönü, 1936 yılında yanındaki kurmay heyetle birlikte Dersim'in yolunu tuttu.
Bölgede yaptığı temaslar sonucu, aralarında husumet bulunan bazı aşiretleri devletin yanına çekmeyi başardı.
Ankara'nın son şansıydı bu.
Bölgede geniş bir operasyon kaçınılmazdı, bu da ancak bazı aşiretlerin desteğiyle mümkündü.
"Dersim'i düzeltme" görevi bu kez General Abdullah Alpdoğan'a verilmişti.
General Alpdoğan bir beyanname ile 1936 yılında Dersim, Elaziz ve Çabakçukur vilayetleri mıntıkalarında sıkıyönetim uygulamasına geçileceğini açıkladı. Bu açıklamadan sonra, Dersim civarı merkez olmak üzere sıkıyönetim ilan edilen bölgelerde olaylar daha da artmaya başladı.
ALPDOĞAN'IN NİYETİ
Alpdoğan, sertlikle yürüttüğü "bastırma" uygulamasına devam ederken, bir yandan da isyanın lideri konumundaki Seyit Rıza'yla temas yolları arıyordu. Seyit Rıza'yı Elazığ'a, görüşmeye çağırmıştı.
Seyit Rıza bu çağrıya uydu. Elazığ'a gitti.
Dr. Dersimî bu görüşmeye ilişkin şunları yazıyor:
"General Alpdoğan ile görüşmesinden sonra, bir fırsatını bulup Seyit Rıza'ya neler olup bittiğini sordum. Seyit Rıza, General Alpdoğan'ın fikrinin pek fena olduğuna tamamen kanaat getirdiğini ve bu sebeple muvavemetten başka çare kalmadığını, hükûmet kuvvetlerinin Dersimliler'le başa çıkamayacağını, fakat her ihtimale karşı, benim bir an önce Türkiye dışına çıkarak, durumumuzu büyük ve adil devletlere iblağ etmekliğimi tavsiye etti."
Seyit Rıza, Alpdoğan ile yaptığı görüşmeden sonra, dayanışma içinde olduğu aşiretlere haber göndererek, "çatışma ihtimalinin çok yüksek" olduğunu, her an çıkabilecek savaşa "hazırlıklı olmalarını" istiyordu.
Görüşmeler sonuç vermedi.
1937 yılının ilkbaharında harekat başladı.
HAREKAT BAŞYLIYOR
Dr. Dersimî, Desim İsyanı'nın başlamasını şöyle anlatıyor:
"1937 yılı ilkbaharında her tarafta hükûmet faaliyeti başlamıştı. Merkezlere civar bulunan Dersimliler, toplanarak kıtalara sevkolunuyorlardı. Harp uçakları, silahsız mıntıkaları bombalıyordu. Silah toplamak bahanesiyle, Yusufan aşireti üzerine askeri bir müfreze gönderilmişti."
Bu sırada, Suriye'ye iltica eden Hasanan Aşireti reislerinden Mehmet Emin Bey ve mahiyeti, Diyarbakır'a 12 km. mesafede Karaköprü mevkiinde karakollara baskın yapıyordu. Bu olay üzerine Ankara, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'yı Diyarbakır'a kadar göndermişti.
Şükrü Kaya Diyarbakır'a geldikten kısa bir süre sonra bir kolordu Diyarbakır'dan hareket ederek Yusufan Aşireti'ne saldırdı. Diğer taraftan, Elaziz'den İsmail Hakkı Bey kumandasında bir birlik Seyit Rıza üzerine hareket etti.
Durumun vahametini gören Seyit Rıza, General Alpdoğan'a haber göndererek, akan kanı durdurmasını istedi. Alpdoğan da Seyit Rıza'ya, ellerindeki 80.000 mavzeri kayıtsız şartsız teslim etmelerini söyledi.
Anlaşma sağlanamayınca çarpışmalar yeniden hızlandı.
İki taraf da çok ağır kayıplar veriyordu.
Bu sırada Seyit Rıza'nın yeğeni Rehber, maiyetiyle birlikte Hozat civarındaki Pehami köyüne gelerek savaşta "tarafsız" kalacağını ilan etti.
SEYİT RIZA'NIN SONU
1937 yılının sonlarında Seyit Rıza'nın, Koçan Aşireti'nin denetiminde olan Uzunmemeşe mıntıkasında bulunduğunu haber alan hükûmet kuvvetleri, hava gücü desteğiyle bölgeye topçu ateşiyle taarruza başladı.
Kuşatma sürüyordu.
Seyit Rıza, bir yarma harekatıyla kuşatmayı yarmayı ve Ovacık istikametine çekilmeyi denedi. Fakat bu harekat kendisine pahalıya maloldu. Buradaki çatışmalarda 1000 civarında adamını kaybetti.
Bölgede artık dondurucu soğuklar başlamıştı. İki taraf da artık savaşacak güçte değildi. Hükûmet Seyit Rıza'ya haber göndererek, sulh görüşmeleri için Erzincan'a gelmesini istedi. Dayanma gücü kalmayan Seyit Rıza için bu "kurtuluş"tu. Erzincan Valisi'yle "sulh masasına" oturacağını sanıyordu.
Görüşme yaptığı sırada tutuklandı.
Tarih 5 Eylül 1937'ydi.
Hemen Divan-ı Harb'e sevkedildi ve idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı 18 Kasım 1937'de Elaziz'in Buğday Meydanı'nda infaz edildi.
İsyan bastırılmıştı. Ama, etkileri Ankara'da devam etti. Şahin politikalardan yana olan İsmet Paşa'yla, bu isyanı bölgeye yeterince "hizmet" götürülmemesine bağlayan ve halka toleransla yaklaşılması gerektiğini savunan İktisat Vekili Celal Bayar arasındaki kavga Çankaya'ya kadar sıçradı.
Bayar'ın Şark Raporu
İktisat Vekili Celal Bayar, 1936 yılında Doğu illerine bir gezi düzenledi ve izlenimlerini "rapor" halinde Başbakanlığa sundu. Başbakan İnönü bu raporu görmezlikten gelmeyi tercih etti. Raporun "giriş" bölümünde şu ifadeler yer alıyordu:
Doğu illeri bizim rejimimize gelinceye kadar kat'i bir tarzda hakimiyetimiz altına girmemiştir. Geçmiş hükümetler, halk üzerindeki hakimiyetlerini ağalar ve şeyhler vasıtasile yürütmek istemişlerdir. Ağalar ve şeyhler soyduklarının bir kısmını hükümet erkanına vermek suretiyle müşterek idare-i maslahat devri yaşanmıştır.
Şark'ta bugün için dahi tamamen yerleştiğimiz iddia olunamaz. İstinat edeceğimiz en mühim kuvvet: Ordumuz ve jandarmamızdır. Bu iki mühim kuvvetin inzibati ve modern zihniyetle idaresi karşısında iftihar duymamak kabil değildir.
Geçen sene, Başvekilimiz İsmet İnönü'nün seyyahatından sonra idari ve mali sahalarda da yapılmağa başlanılan yenilikler göze çarpmaktadır. Yeni işe başlamış münevver kaymakamlar, tahsil görmüş yeni malmüdürleri karşımıza çıkmışlardır. Hükümet teşkilatının esasları kurulmağa başlanmış demektir. Mali sistemde de ilerlemiş tedbirler görülmüştür.
Ahz-ı asker (askere alma) muamelelerinin intizam dahilinde yürütüldüğü, vatandaşlar arasında bir kısım müstesna vatan hizmetlerinin umumileştiği alakadarlarca ifade edilmiştir. Devlet cihazının muntazam yürüyebilmesi için lazım gelen elemanlar hazırlanmağa doğru istikamet almış demektir.
Hükümet binaları bilhassa kazalardakiler pek perişandır.
Farklı muamele
Bu binalar içinde uzun müddet oturup çalışanların enerji ve muhakeme kabiliyetlerini kaybedeceklerinden korkulur. Yeni eleman, yeni bir zihniyetle yerleşmeğe çalıştığımız bu muhitlerde muntazam hükümet dairelerinin, memur ailelerinin ikametgahlarının inşası mühim bir mesele halindedir. Devlet otoritesinin teessüsü için bu da bir zarurettir.
Doğu İllerinde hakimiyet ve idare bakımından göze çarpan bariz bir hakikat vardır: Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarından sonra Türklük ve Kürtlük ihtirası karşılıklı şahlanmıştır. İsyan edenleri tenkil etmek (cezalandırmak) için şiddetin manası anlaşılır ve yerindedir. İsyandan sonra, fark gözetmeksizin idare etmek de, bundan ayrı ve mutedil bir sistemdir.
Müşahedelerime (gözlemlerime) göre, Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın hayatında dahi zindeği (canlılık) vardır. Faaliyet vardır. Bu husus kendilerinde ve çocuklarında nazarı dikkati celp etmektedir. Esasen mevzuubahs etmek istediğim hayatiyetin en kat'i bir delili de buldukları boş ve bereketli yerlere derhal hiç bir taraftan müzaheret (yardım) görmeden yerleşmiş ve işe başlamış olmalarıdır. Hariçten sokulmağa çalışılan politikanın muzır cereyanlarını kırmak ve bu yurttaşları anavatana bağlamak için devamlı çalışmak ister. Kendilerine, yabancı bir unsur oldukları resmi ağızlardan da ifade edildiği takdirde, bizim için elde edilecek netice, bir aksülamelden (tepki) ibaret olabilir. Bugün Kürt diye bir kısım vatandaşlar okutturulmamak ve devlet işlerine karıştırılmamak isteniliyor. Ve daha doğrusu bu kısım vatandaşlar hakkında ne gibi bir sistem takip edileceği idare memurlarınca vazıh (açık) olarak bilinmiyor. Bunu bir sisteme bağlayarak, kendilerine sarih talimat verilmesini çok yerinde ve faideli (yararlı) bir tedbir olarak telakki etmekteyim (düşünmekteyim). Hiç olmazsa bu suretle tereddütlerin ve zati içtihatlara müstenit (özel görüşlere dayalı) keyfi hareketlerin önüne geçilmiş olur.
Toprak tevzii (dağıtımı)
Şark vilayetlerinde toprak tevzi etmenin, halkı toprak sahibi kılmanın ehemmiyeti aşikardır. Gayemiz bunları sadece toprak sahibi yapmakta iktifa etmekte değildir. Mümkün olduğu kadar kredi vasıtalarını, istihsal (üretim) imkanlarını da aynı zamanda vermek lazımdır. Mahsullerinin (ürünlerin) satışlarını da temin etmek icap eder. Vaktile yapılmış olan arazi tevziatının bir kısmında bazı yolsuzluklar olduğu iddia ediliyor. Diyarbakır'a gelirken bir köy halkı ile görüştüm. Bir kısmına 150 dönüm arazi tevzi edilmiş ve bir kısmı da mahrum bırakılmıştır. Farklı muamele yapıldığı anlaşılıyor. Firarilerden birinin arazisinin bir sene sonra tevziini beklediklerini söylediler. Ve farklı muamele yapılmamasını dilediler. Köylüyü toprak sahibi yapmak, köylüyü hükümete bağlayacak çok müessir bir tedbirdir.
Bu tedbirin tam semere (sonuç) verebilmesi için de ikinci bir şart vardır: O da muhitteki nufuz sahibi mütegallibenin (zorba takımının) aileleri ile birlikte iç vatana nakledilmesi keyfiyetidir. Bu hareket devlet nüfuz ve kuvvetini göstermekle beraber halkın tagallüpten fiilen kurtulmasına yardım etmektedir. Bu itibarla muhitte memnuniyeti mucip olmaktadır. Vaktile bazı ağır yanlışlıklar yapılmıştır. Mesela Artvin'den Yozgat'a nakledilen bütün bir halk kütlesi Türkçe konuştukları ve halis Türk oldukları anlaşıldıktan ve mühim zayiat verdikten sonra tekrar eski yerlerine iade edilmişlerdir.
YARIN: ŞARK RAPORU HASIRALTI
|