![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Lanetliydi ve üstelik bunu da biliyorduBir yandan sur diplerinde etini üç otuz paraya satan körpecik kızlar, bir yandan vagon yolsuzluğundan vurduğu banknotlarla Pera Palas'ta Madam Miloviç'in cigarasını yakan türedi zenginler... "İstanbul şehri bir yara" diyordu Armstrong. Ünlü "Gray Wolf"un (Dilimize "Bozkurt" ismiyle çevrilen kitabın) yazarı. Burada büyük idealler ve ilhamlar yok. Burası kirli sokaklarda yaşayan adi insanların şehri. Burası entrika, rezalet, hile, cebinlik karargâhı. Burası hain erkekler ve namussuz kadınlar şehri. 1987 mi? Fakir o sıra çalıştığı gazeteden tası tarağı toplayıp kapağı salimen bir arkadaşının grafik bürosuna atmış, kitap kapağı, afiş, broşür gibi "yan işlerler" yaparak "ekmek parası" kazanmaya uğraşıyor. Günün birinde, TRT'de prodüktör olarak çalıştığını söyleyen gençten biri çaldı kapıyı. "Buyrun" dedim. TRT için "Süleyman Nazif belgeseli" hazırlıyorlarmış, Süleyman Nazif'in "Kara Gün" yazısının yer aldığı ünlü "Hadisat" gazetesinin tıpkısının aynısını yapabilir miymişim. "Tabii" dedim. Getirdiği mikro filmleri reprodüksiyondan geçirip kağıda döktüm, yarım yamalak Osmanlıca bilgimle hurufatı tadil edip Hadisat'ın "tıpkısının aynısını" hazırladım, verdim. Olmuş mu? Olmuş... Peki, Süleyman Nazif kimdi? "Kara Gün" yazısı neye müsteniddi? İstanbul işgal altındadır. Osmanlı entelijansiyası çöküşün tesellisini Pera'da, Beyoğlu'nun kirli ve karanlık sokaklarında ararken, o sessiz sedasız ve karınca sabrıyla "direniş"i örgütlüyordu. 1870'te Diyarbakır'da doğmuş. Eğinli Said Paşa'nın oğlu... İlk tahsilini doğduğu yerde yapmış, babasından Arapça ve Farsça dersler almış, bir ara Paris'e gitmiş, sonra dönüp memuriyete başlamış, ardından Trabzon'da, Musul'da, Bağdat'ta valilik yapmış, sonra da Babıali'ye düşmüş. Düşüş o düşüş. Bu kadar mı? TÜSİAD üyesi olmadığı, bankacılıkla iştigal etmediği, cuntalarla iş tutmadığı için hakkında tafsilatlı bilgi yok. Fransız işgal kumandanı d'Esperey, selama durmuş mızıkacı efradını kırbacıyla susturup atını Beyoğlu'na mahmuzlarken, o "Hadisat"ın köhne idarehanesinde "Kara Gün"ü yazıyordu. Bir ültimatom, bir protesto metniydi "Kara Gün", ahaliyi direnişe çağırıyordu. Nitekim, yazıyı müteakip İstanbul'da işgale karşı küçük çaplı nümayişler, ürkek ve mütereddit karşı koyuşlar başlayacak, yazarı da "özür dilemesi" için palas pandıras d'Esperey'nin huzuruna çıkarılacaktır. O, 28 Şubat sürecinin "sansür-jurnal" uygulamalarını sineye çeken, bununla yetinmeyip "sansür"ün teferruatlandırılması çalışmalarına katkı sağlayan zamane gazetecilerine benzemiyordu. "Sizden özür dilemem" dedi, "Çünkü görevimi yaptım. Fakat siz görevinizi yapmadınız, yapmıyorsunuz. Fransa'nın ve tarihin sizi affetmesini dilerim." Özür dileseydi Malta'ya sürülmeyecekti. Armstrong'un benzetmesiyle, Pera'daki günahkar ve "zevkaver" hayatın tadını çıkaracaktı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na göre Süleyman Nazif, gazeteci Ali Kemal gibi "dalalete düşmüş" bir bozguncu, düşmanla iş tutan müseccel bir haindi. Süleyman Nazif'in suçu, Ankara'yı layıkı veçhiyle kutsamamış, ebedi şefi haşa Rabb mesabesinde benimsememiş olmasıydı. Başka suçları da vardı tabii. Evine çantayla para bırakılan gazetecilerden olsaydı, ne bileyim, bankalardan birine "yönetim kurulu üyesi" yazılsaydı başına bunlar gelmeyecekti. Elbette bir Ali Kemal, bir Ref'i Cevad, bir Refik Halid değildi, ama Faulkner ustanın da dediği gibi, "lanetliydi ve üstelik bunu da biliyordu." Nişantaşı'nın arka sokaklarında, küçücük bir evin daracık odasında "ölü olarak" bulunduğunda, yanında ne bir dostu, ne bir yakını vardı. Baş ucundaki tahta masanın üzerinde ısırıp bıraktığı bir elma duruyordu. 5 Ocak 1927... Cenazesi, hiç kimse ilgilenmediği için ortada kaldı. Ta ki, bir "hayır kurumu" (Kızılay değil) sahip çıkıncaya kadar...
meyavuz@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|