YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Sahtekârlar arasında

Geçen hafta bu sütunda, henüz üç kitabı olan genç bir arkadaşın, kitaplarını, "Bütün eserleri" gibi boyunu aşan bir yaftaya sahip çıkmak suretiyle pazarlamak istemesinin altında yatan zihniyet fukaralığına değinmiş ve bunun hiç de yakışık almadığını belirtmiştim. Amacım, bir yanlışa ve kendinden menkul dengesiz bir yönelime dikkat çekmek; kolaycı bir anlayış ve algılayış tarzını sergilemekti. Bu yüzden isim vermek gereği duymadım. (Yaşasın îmâ!) Allah'tan, edebiyat çevrelerinde böyle kurnazlıklara tevessül etme cür'eti gösteren hemen hiçkimse yoktu ve yazıma gelebilecek tepkinin bir tek adresi mevcuttu. Nitekim, beni polemikçilikle (Evet, 'kaliteli' polemikleri severim; C vitamini yerine geçer ve zindelik verir insana!) suçlayıp değindiğim meseleyi görmezden gelerek, tepkisini şımarık bir çocuk gibi şahsîleştiren cılız bir sese tanık oldum hafta ortasında.

O yazımın finalinde 'haddini bilmek'ten boşuna söz etmemişim: Ortaya koyduğu pek tuhaf tavrın mahiyeti ve vahameti hakkında azıcık olsun 'düşünmek' (Düşünmek mi dedim?!) zahmetine katlanmaksızın, meseleyi "falan filan" şeklinde geçiştirme yolunu seçen İbrahim Tenekeci; Milli Gazete'deki "Televizyon" sayfasında, benimle ilgili çapını, bilgisini, görgü ve birikimini aşan lâkırdılar sıralayıp, köşesinin içeriğine uygun düşen gevezelikler yapmış ve kendine göre şirinlik yarışına girmiş.

Bu Tenekeci enteresan bir tip; psiko-patolojinin deney alanına girecek türden hem de! Âcilen müşâhade altına alınması ve sıkı bir psiko-terapi seansına tâbî tutulması gerekiyor. İki sene önce bana yönelik sözüm ona iltifatına mazhar olmuş(!) biri olarak, az sonra değineceğim (Madem esas 'mesele' ısrarla gözden kaçırılıyor; evvel Allah, kendisinin anlayacağı dilden de konuşuruz!) hayâl mahsulü lâfazanlıkları karşısında, benim bu kanaate varmam kaçınılmaz oldu.

Güya ben, üç dört yıldır bu arkadaşın aleyhine yazı yazmak için fırsat kolluyormuşum. (Bak sen!.) Ey Tenekeci: Eğer insanların içinden geçenleri, niyet ve arzularını okuyan böyle bir yeteneğin varsa; öyle gazete köşelerinde ıkına-sıkıla espri patlatacağım diye paralama kendini. Hazır havalar da ısınıyor; ne duruyorsun, git Moda sahillerine, falcılık yap! Lâf aramızda, eminim yakışacaktır sana yeni işin!

Tenekeci'nin iki şiir kitabını da okumuştum. Yazmaya değer bir şey bulsaydım, elbet yazardım.. Ama, bir şiir kitabına "açık" bulmak için (Ne estetik tavır ama!) yaklaşılabileceğini, sağolsun, bu arkadaştan öğreniyorum..

Tenekeci'nin bilmediği bir şey var: Şair, eserini, "bir yerlere gelmek" için kaleme almaz! Dervişin fikri neyse zikri de odur, derler ya; 'şiir'in değil de, 'şairlik'in öne çıkarılıp peşinden koşulduğu bir ortamda yetişme bahtsızlığına uğrayarak, şiir yazmayı ancak "bir yerlere gelmek" adına bir vasıta, bir ganimet bilen bu tiplere bir tavsiyem olacak: Sahneye çıkın kuzum; olmadı, bir kaset doldurun! Doğrusu 'siz' "sanatçılar", buna fazlasıyla lâyıksınız!

Kendisi, Edebiyat dünyasında(!) yaptığı soruşturmalar sonucu, benim şiir kitaplarımı "eksiksiz" sayan birine rastlamamış.. Doğrudur: Dahil olduğu kümeyi 'Edebiyat dünyası' sanmak gafleti bir yana; bu husus, olsa olsa, o çevrenin cahilliğini sergiler.. Ben, ne böylesi acaip kaygular taşıdım bugüne kadar ve ne de insanlar şiir kitaplarımın ismini eksiksiz saysınlar diye kimi soytarılıklara baş vurdum.. Ayrıca; niteliğin taban, niceliğinse tavan yaptığı çevrelerde kitaplarımın hiç bilinmemesi, beni daha çok memnun eder..

Tenekeci'nin "üçüncü sınıf" diyerek 'şiir'den ve 'şair'den ne derece haberli olduğunu gösterdiği şair arkadaşlarımdan da, çevremden de ziyadesiyle hoşnutum. Benim uzun yıllar arkadaşlık kurduğum şairlerin kaçıncı sınıf olduğunu merak edenler, şiir antolojilerine bakabilir.

Yirmi küsur yıldır, aramızdan ne bir 'yağdanlık' çıkmış, ne de etrafa o ağır tabasbus kokusu yayılmıştır. Birbirimizi severiz ama, şiir söz konusu olduğunda, hatır-gönül kapısı kapanır ve birbirimizi eleştirmekten hiç çekinmeyiz: Bilenler bilir, okuyanlar görür!

Oysa hiçkimse, birbirine olmadık methiyeler düzmekte Tenekeci gibilerin eline su bile dökemez! Ölçüyü tamamen kaçırıp, kaş yapayım derken göz çıkaran bu methiyelerden Mustafa Kutlu bile nasipdâr(!) olmuştur. Kapanan Sağduyu gazetesinin Kültür sayfasında ifade bulup vâkî olan bir yağcılık örneği vardır ki; "eh yani, bu kadarına da pes doğrusu" dedirtecek türdendir. Tenekeci'nin hazırladığı sayfada, gözlerime inanamayarak okuduğum bu ifade, inanıyorum ki, pişkinliğin zirvesinden hiç inmeyecek. İmza bahibi, muhtemelen Tenekeci'ydi veya isminin müstearıydı ya da bu arkadaşın yer verdiği yakınlarından biriydi yanılmıyorsam ve akıl, iz'an ölçülerini zorlayıp edebî kriterleri ayaklar altına alacak bir biçimde Mustafa Kutlu'yu "Türkiye'nin Shakespeare'i" ilân ediyordu!. Kutlu'nun tepkisi ne oldu bilmiyorum ama, o an kanımın donarak gözlerimin fal taşı gibi açıldığını hiç unutmuyorum..

Tenekeci'ye göre, bendeniz "bir oturuşta on şiir birden" yazıyormuşum. Lâf! Ben şiirlerimi gece on ikiden sonra yazan biriyim. Şimdi sormazlar mı adama: Sen gece on ikiden sonra benim yanımda mısın ki; bir oturuşta on şiir birden yazdığımı iddia edebiliyorsun? Kendine gel Tenekeci!.

Dedik ya; bu Tenekeci tam bir 'fenomen'!. Ama, yukarıda kısaca değinip sona sakladığım ve birazdan anlatacağım olay; hem Tenekeci'nin dünüyle bugünü arasındaki derin çelişkili ruh hâlini, hem traji-komik kimliğini/kişiliğini ve hem de bu metne başlık olan ifadenin hiç de öyle yabana atılır cinsten sayılmaması gerektiğini yeterince anlatacaktır sanırım. Evet, iki yıl önceydi. Bir gün cep telefonum çaldı. O ana kadar hiç tanışıp karşılaşmadığım Tenekeci, numaramı nerden bulduysa bulmuş, kendini tanıtmaktaydı telefonda. Hoş beşten sonra, uzatmayalım, bana aynen şunları -her hâlde hatırlar ve umarım inkâra kalkışmaz- söyledi: "Abi, sizin yazdıklarınızın altına imzamı atarım"!. Ben de, şimdi kendisini kıskandığımı ve beni ciddiye almadığını söyleyen bu vehimli arkadaşa, ince bir ironiyle; "Ne mutlu bana!" şeklinde mukabelede bulunmuştum.. Şöyle bir düşünüyorum da; ortada sahte bir Tenekeci mevcut, ama hangisi: Dünkü mü, bugünkü mü? Güler misiniz, ağlar mısınız?! Doğrusu, böylelerine acımamak elde değil!.

Yok azizim yok: Tenekenin altına dönüştüğü nerde görülmüş? Ne kadar parlarsa parlasın, teneke 'teneke'dir ancak!.

Fazla söze ne hâcet: Ne demişler, körle yatan şaşı kalkar!..


15 Mayıs 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...