YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Sorumsuz söz: "Otoriter demagoji"


Nihayet, "otoriter demagoji"nin dışına gönüllü olarak çıkmayı kabûl eden az sayıdaki "gerçekçi" açıklamalardan biriyle karşı karşıyayız.

Dünkü yazıda anlamaya çalışıyorduk; acaba Cumhurbaşkanı başta olmak üzere hemen bütün yüksek devlet görevlilerinin devleti yasadışı uygulamalardan kolaylıkla sıyırmaları ne derece inandırıcı bir tavırdı? İki taze örnekle hatırlatacak olursak, meşru yollarla yetinmeyen devlet görevlilerinin sorumluluklarını Cumhurbaşkanı'nın "Olabilir. Bunlar şahsi kusurdur. Orada devleti itham etmenin bir anlamı yoktur", Eski Bölge Valisi ve Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan'ın ise "Kanunsuz iş yapan insanların olması devleti ilzam etmez. Yanlış yapan cezasını çeker" diyerek devleti yağdan kıl çeker gibi işin içinden sıyırmalarının akılcı bir temellendirmesi olabilir miydi? Bana soracak olursanız tabii ki hayır. Dünkü yazıda da belirttiğim gibi, kamu otoritesinin sorumluluğu hiç şüphe yok ki kamu görevlilerinin fiillerini de kapsamaktadır. Bir emniyet âmirinin, bir polis memurunun "özel hayatındaki" yasa dışı davranışlarından hareket ederek devleti "itham" ve "ilzam" etmek tabii ki mümkün değil. Ama sözkonusu yasa dışı davranış "görev başında" gerçekleşiyorsa, sorumluluk sadece "yanlış yapan" ile sınırlı kalmaz ve sorumluluk zinciri yürütmenin başına kadar uzanır. Demokratik bir rejimde başka türlüsünü düşünmek bile mümkün değildir. Batı'da birçok örnekte gördüğümüz gibi, yürütme içinde yer alan bakan ve başbakanları "istifa"ya götüren gerekçe de bu sorumluluk zinciridir.

Radikal gazetesinde Neşe Düzel bu hafta bir dönem Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanvekili görevini üstlenmiş olan Bülent Orakoğlu ile görüşmüş. Düzel'in Orakoğlu'na yönelttiği sorulardan birisi şöyle: "Siz hiç bilgi almak için bir sanığa işkence yaptınız mı?" Ben Düzel'in bu sorusunu çok sevdim; hani "pat diye!" gelen, lafı uzatmayan türden bir soru. (Gazetecilerimiz bu tür soruları niçin böyle çok nadiren sorarlar?) Orakoğlu'nun cevabı şöyle: "Ben şahsen yapmadım ama..." Doğrusu, bu cevabından dolayı Orakoğlu'nu takdir etmedim diyemem; herkes gibi bu emniyet müdürü de soruyu kategorik bir cevapla geçiştirebilir, ilk cümlesinin ardına bir "ama..." eklemeden işin içinden sıyrılabilirdi. Orakoğlu bu yolu seçmemiş ve bir bakıma gönüllü olarak Düzel'in şu yeni bir sorusuna fırsat tanımış: "Hiç işkence yapıldığını gördünüz mü peki?" Orakoğlu'nun cevabını tahmin ediyorsunuzdur sanırım: "Gerçekçi konuşmak gerekirse evet gördüm. İşkenceyi hiçbir zaman savunmuyorum ama devlete aşırı bağlılığımızdan dolayı bizim de hatalarımız oldu." Oh nihayet! Nihayet "gerçekçi konuşan" bir yüksek devlet görevlisiyle karşı karşıyayız. Yanlış anlaşılmasın, bir zamanlar işkenceyi gördüğü halde başını çeviren Orakoğlu'yu göklere çıkardığım filan yok; ancak bu değerlendirmem saklı kalarak kendisine bir "Bravo" demekten de kendimi alamıyorum. Nihayet, "otoriter demagoji"nin dışına gönüllü olarak çıkmayı kabûl eden az sayıdaki "gerçekçi" açıklamalardan biriyle karşı karşıyayız.

Şimdi yine "sorumluluk" bahsine dönelim: Orakoğlu'nun gördüğünü söylediği işkence acaba devleti "ilzam" eder mi, sözü edilen manzara devleti "itham" etmek için yeterli delil olarak görülebilir mi? Yoksa itiraz edilemeyecek bir tanığı olan bu olay Cumhurbaşkanı'nın ileri sürdüğü gibi bir "şahsi kusur"dan mı ibarettir? Ben ilk seçeneği karalıyorum. Eğer "yürütme"nin burada da sorumluluğu yoksa, o zaman (Cumhurbaşkanı'nın pek sevdiği bir deyişi hatırlayarak söyleyecek olursak) "ört ki ölem"!

Neşe Düzel'in röportajından kesip bir yana koyduğum soru/cevaplar bundan ibaret değil. Son bir soru var ki, nasıl bir sistemde yaşadığımızı asıl bu sorunun cevabı aydınlatıyor.

N. D.- "Son soru. Siz şimdi bildiklerinizin ne kadarını açıklayabiliyorsunuz?

B. O.- "Hiçbirini açıklayamıyorum. Kendi olayımla da ilgili birtakım tespitlerim var, ama açıklayamıyorum."

İşte böyle... Bakın, içinde "gerçekçi konuşma" bulduğumuz bir röportaj bile ne kadar suskun. Düzel o son soruyu iyi ki sormuş; yoksa biz de basbayağı aydınlandığımızı sanacaktık! Türkiye işte böyle bir ülke. "Otoriter demagoji" her tarafı kaplamış ve gerçek anlamda "söz" bir yerlere bağlanmış.


3 ŞUBAT 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Kürşad Bumin

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...