YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

"İç düşman" ve AB

Star gazetesi ile Hürriyet birbirini suçlamasaydı, her iki grup hakkındaki iddialar basına yansımayacaktı. İşte bu yüzden gazete ve televizyon patronlarının aynı zamanda kamu ihalesine girmesi, meselâ "20 yıl 30 yıl müddetle imtiyaz sözleşmesi kapsamında" elektrik üretimini veya dağıtımını üstlenmeleri doğru değil.

Kapalı kapılar ardında dönenleri öğrenmemiz için, iki patronun kapışmasını beklemek gerekiyor. Sonra uzlaşma sağlanınca, gene medyaya bir sükûnet hâkim oluyor. "İstikrarlı günlere" avdet ediyoruz.

Gazete sahiplerinin RTÜK yasasında yazdığı üzere, Borsa'da işlem yapması da yanlış. Çünkü, bir gazete sahibi düşünün, yabancı isimli yabancı menşeili bir şirket kuruyor, adına Holding diyor. Sonra da bu holding sürekli o patronun şirketinin hisselerini satın alıyor. Patron gazetesinde yazıyor; yazdırıyor: "Yabancı yatırımcıdan falanca şirkete büyük ilgi!" Her şey, görünüşte yasal ama, ortada acayip bir durum var. İşte bu garabete işaret eden x partisinin milletvekili derhal sıkı markaja alınıyor ve x partisi aleyhine yayınlar o gazetede yoğunlaşıyor. Olaya parmak basanlar "iç düşman(!)" ilân ediliyor.

Kıbrıs'takı tartışma

Bir "iç düşman" tartışması da Kıbrıs'ta yaşandı. Üzücü ve tarafları yıpratan bir tartışma.

Bir taraf, (KKTC Başbakan Yardımcısı Mustafa Akıncı), polisin İçişleri Bakanlığı'na bağlanmasını talep ediyor. Diğer taraf (Kıbrıs'taki Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Ali Nihat Özeyranlı), kendisine bağlı sivil güvenliğin statüsündeki değişiklik talebini, "vatana ihanet" olarak değerlendiriyor.

Bence, polisin İçişleri Bakanlığı'na bağlanmasını isteyen Mustafa Akıncı da, Kıbrıs'ın güvenliği açısından polisi yönetmenin lüzumuna inanan Tuğgeneral Özeyranlı da kendisine göre haklı olabilir.

Ama asıl yakışıksız olan üslup...

Özeyranlı Paşa, "Avrupa" adlı gazetenin olumsuz yayınlarına hükûmetin cevap vermediğini, Türk askerini korumadığını ileri sürerek bir açıklama yapıyor. "İç ve dış tehditleri" ele aldığı konuşmasında, "İhanetin bir bedeli vardır. Bu bedel, devlet tarafından, yasalar tarafından ödettirilecektir" diyor.

Sol partiler "Asker kışlaya dönsün" mesajını dile getirince, komutan, bu defa zehir zemberek cümlelerle onları hedef alıyor: "Şayet toplumun gözü önünde devletin temellerine dinamit konulursa, yıkılmaya çalışılırsa, yetkililer devlete sahip çıkmazsa, sahip çıkacak makam, milletin anayasa ile görevlendirdiği, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'dır. Polisin askere bağlı olması, Sayın Akıncı'yı neden bu kadar ilgilendiriyor? Siz turizm bakanısınız. Kabinede en son konuşması gereken kişi sizsiniz. Turizm Bakanlığı'nda her sorunu çözdünüz de sıra, polise mi geldi? Demokrasiyi abur cuburla karıştırır yersiniz midenize oturur, karnınızı şişirir, gaz yapar..." (4 Temmuz 2000 - Hürriyet)

Güven bunalımı

Güven Erkaya'nın vefatından sonra, Akit'in "Hakkımızı helâl etmiyoruz" manşeti, Türkiye'de benzer bir tepki yaratmış, bir çok komutan peşpeşe konuşmak suretiyle, "iç düşmana" karşı tavırlarını ortaya koymuştu.

Türkiye, topyekûn bir eğitim seferberliği başlatmalı. Bütün bildiklerimizi unutarak, yeni bir hayata kendimizi alıştırmalıyız. Tabii, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma serüvenimizi, Avrupa Birliği'ne ortak olmak suretiyle taçlandırma hususunda samimi isek.

Sivillerle askerler arasında bir irade savaşı ve inatlaşma var. Siviller, demokrasi kalıbı içine dökmek istiyor askerleri. Askerler ise, sivilleri küçümsüyor, başarısız buluyor. Onların güdülmesi gereğine inanıyor. Aslında siviller de askerler kadar vatansever. Onların da içinde başarılı veya başarısız olanlar var.

Bu inatlaşmayı bırakıp, elele, Türkiye'yi bekleyen gerçek tehlikelere karşı mücadele etmek gerekmez mi?

Ateş'in konuşması

İşte bu önemli problemlerden birine, FP'li milletvekili Azmi Ateş, gündem dışı konuşmasında temas etmişti.

Ateş özetle şunları söylemişti: "Türkiye'nin hayati çıkarları ile ilgili çok önemli olumsuz gelişmeler yaşanmaktadır. Bu olayların başında, Avrupa Birliği'nin (AB), Batı Avrupa Birliği'nin (BAB) yerine ikame etmekte olduğu, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) gelmektedir. Türkiye 1948 tarihinde kurulan BAB'ın ortak üyeleri statüsünde yer alıyor ve Genel Kurul toplantılarına katılabiliyor. Oysa, AB, Türkiye'ye, AGSK karar mekanizmalarında yer vermemekte, sadece alınacak kararlara katılmasını öngörmekte. Bu durumda Türkiye kazanılmış haklarını kaybediyor. AGSK, gerekli gördüğünde Nato imkânlarını kullanacak, ama Nato'da en büyük askeri güce sahip olan Türkiye, sadece danışılma konumunda kalacak.

...Nato'nun tesbit etmiş olduğu 16 kriz bölgesinin, başta Bosna Kosova, Kafkaslar ve Ortadoğu olmak üzere, 13'ü Türkiye menfaatleri ile çok yakından ilgilidir. AB, Türkiye'yi yakından ilgilendiren bu bölgelere müdahale etmek istediğinde ne olacak? AB'ye girmek isteyen Türkiye'nin AGSK'nın karar mekanizmalarında yer alabilmek için Nato'daki veto hakkını kullanmasını bir çözüm olarak görüyor musunuz? AGSK, bünyesinde 2003 yılına kadar, 50-60 bin kişilik bir ordunun kurulması, plânlanmaktadır. Bunun bir adım ötesi, Avrupa ordusunun kurulmasıdır. Ülkemizin bu husustaki hassasiyeti, AB nezdinde pek önemsenmiyor."

İç düşman!

Azmi Ateş'in konuşması, uyarılarla sürüp gidiyordu.

Kim Azmi Ateş? "İç düşman" gibi görülen camianın bir ferdi!

Demek peşin hükümlerle yaklaşmazsak meselelere, uzlaşma noktasında buluşmak kolaylaşacak. Türk Silâhlı Kuvvetleri ve komutanlarımızın da Azmi Ateş gibi, AGSK'dan endişe duyduğunu biliyoruz.

Esasında Kıbrıs'ta da, eminiz, ister sol parti mensubu, ister sağ parti mensubu olsun, herkes adanın güvenlik sorununu en önemli meselelerden biri olarak mütalâa etmekte.

Hepimiz vatanımızı komutanlarımız kadar seviyoruz. Ama çözümü yukarıdan denetimde değil, sivilleşmede görüyoruz. Kurtuluş savaşı jargonunun artık terkedilmesi, Atatürk'ün özel şartlarda sarfettiği "Harici ve dahili bedhahların" (iç ve dış düşmanlar)ın yerini, kendine güvenen, demokrasiye inanan bir zihniyetin alması gerekiyor.

Türkiye, AB'ye girdikten sonra, Atlantik'ten Orta Asya'ya kadar stratejik çıkarları olan, genç ve dinamik nüfusu ile göz dolduran bir ülke haline gelecek. Birliğin, en güçlü ordusuna sahip olacağı için, 2030 - 2040 yıllarında Avrupa ordusunun Genelkurmay Başkanlığı'na bir Türk komutanın getirilmesi kimseyi şaşırtmasın. Yeter ki "Bizim şartlarımız farklı" diye direnmeyi bırakalım. Sivilleşme taleplerini, bir ihanet gibi görmeyelim.


5 TEMMUZ 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...