|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Modern İslâmî tasavvurumuz her ne kadar -kimi cüz'î unsurları itibariyle- geriye götürülebilir görünüyorsa da esasen son iki asrın ürünüdür; İslâm dünyasının Batı karşısındaki mağlûbiyetinin neticesidir. Binaenaleyh o muhteşem tasavvurât-ı asliyemiz bu süreçte sadece modernleşmekle kalmamış, aynı zamanda hem batılılaşmış, hem sathîleşmiş, hem de koflaşmıştır; başka bir deyişle bir yenilgi felsefesine dönüşmüştür. Siyaset tasavvurumuzun başına gelenler de aynıdır; toplum tasavvurumuzun da... hukukumuzun da... ahlâkımızın da... iktisadımızın da... itikadımızın da... Çağdaşlaşma çabalarının ürettiği bu yenilgi felsefesi, İslâm dünyası için -söylemekten niçin çekinelim ki!- bir bakıma Ben'ini, benliğini, dolayısıyla haysiyet ve hüviyetini kaybediştir, hatta sadece kaybediş değil aynı zamanda kayboluştur, kendi evini terkediştir, kısacası bir tür cüceleşmedir. Bu cüceleşme hiç kuşku yok ki tasavvurât-ı asliyemizin tabii bir neticesi olmayıp bilakis eslâfın (!) aldığı kendi evinden uzaklaşma kararının biz ahfâdın hissesine düşen ceremesidir. Geçmişte olanları bilmeden bugünü "adam gibi" yorumlayamayacağımız ma'lûm olduğuna göre biraz gerilere gidelim ve tahammül gösterip aşağıdaki şu metni dikkatlice okuyalım: - "Adam... bugün rızkım var, yarın Allah kerim..." "Bunlar saçma şeylerdir, böyle şeyler olmaz! Çünkü bu gibi fikirler hayatı, daha doğrusu İslâmiyet'i mahva sebep olur. Onun için hem dünya, hem ahiret için çalışmalıyız. Fakat evvelâ dünya. "Dünyada zillet ve meskenetle hiçbir şey olmaz. Bir hadis-i şerifte "Fakr (fakirlik) küfre yakın birşeydir" buyuruluyor. Filvâki fakr u mezellet insana -mâzallah- Allah'ı da inkâr ettirir. Çünkü âciz kalınca akla herşey gelir, hele ibadetin aslâ zevki olmaz! Hülasâ evvelâ dünyayı imar lâzım; zira dünya mamur olmazsa ahiret olmaz. Çünkü bir kere gönül ferah olmaz. Gönül ferah olmayınca hiçbir ibadetin zevki olmaz! "Bir de dünya mamur olmazsa memleket batar. O vakit ne din kalır, ne namus, ne iman. Demek oluyor ki dünyaya çalışmak farzdır. Şüphe mi var ya! Öyle olmasaydı Allah "Evvelâ benden dünyayı isteyin" diye ferman buyurmazdı. İslâm'da Cuma günleri bile tâtil yoktur. İslâm'ın tâtili yalnız ezan okunduğu vakit alışverişi bırakacağız, camiye gidip namaz kılacağız, çıkınca yine alışverişe başlayacağız. (...) İşte İslâm böyle bir dindir. "Adam dünyaya ehemmiyet vermeyin, dünyanın ne gibi hükmü var?" gibi itikadların nereden geldiğini bilmiyorum. Bunlar hep Kur'an'a muhalif şeylerdir. Hatta fıkıhta öğrendiniz ki bir kimse Ramazan'da müddet-i sefer bir yere gitse, yani üç günlük mesafeye niyet ederek evinden çıksa orucu bozar. Halbuki oruç ahiret içindir, oraya gitmek ise dünya içindir. İşte görülüyor ki bu meselede de dünya [ahirete] takdim olunuyor. - Varsın oruçlu gitsin, ne olacak? Bâhusus şimendüferle, vapurla giderse... Alâ vapurlar, mükemmel şimendüferler, ne eziyet olacak? Yaya yürüyecek değil ki... "Hayır ne ile isterse gitsin; hayvanla, şimendüferle, vapurla, otomobil ile, balonla... ne ile olursa olsun yine bozmak caizdir. Sebebi? Çünkü ne kadar olsa bir seferdir. Oruç olursa hasta olur, hasta olursa iş yapamaz, iş yapamayınca maişeti muhtel olur, maişet muhtel olunca ahiret de muhtel olur. Demek ki evvelâ dünya! Evet, evvelâ dünya! Zira dünya ahiretin mevkûf-ı aleyhidir [dayanağıdır]. Birşeyin mevkûf-ı aleyhi olmayınca, o da olmaz!" Şimdi yine aynı kalemden çıkma şu satırları okuyalım: - "Şu zamanda a'dâya karşı ihzârı lâzım olan [düşmanlara karşı elde hazır tutulması gereken] kuvvetlerden biri de ve belki birincisi de paradır. Nitekim Napolyon'un "Muharebe için üç şey lâzımdır; birincisi para, ikincisi para, üçüncüsü yine para" dediği meşhûrdur ki pek doğrudur. Çünkü parasız değil muharebe, yaşamak bile imkân haricindedir. Para ma-bihi'l-hayattır, bâis-i necattır. Binaenaleyh para kazanmak ve sahib-i servet olmak da vaciptir, farzdır. Çünkü en büyük kuvvet para ve servettir!" Bir düşünün bakalım bu 1909 tarihli parlak tesbitler kime ait olabilir? Abdullah Cevdet'e mi? Kılıçzâde Hakkı'ya mı? Celâl Nuri'ye mi? Ne bileyim, meselâ Ziya Gökalp'e mi? Ne yazık ki hiçbirine! Bu satırların yazarı bir Şeyhülislâm... Evet... Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi... Devrin İslâmcılarından hem de... Şeyh Bedreddin'in Vâridât'ını, Cemaleddin Muhammed Nuri'nin Vahdet-i Vücûd Risalesi'ni Türkçe'ye çeviren Nakşibendilik mensûbu ehl-i tarîk bir zât... Dervişâne (!) çözümler peşinde koşanlara duyurulur!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |