T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Farklı ol, benim gibi ol!

İki haftadır köşemde yoktum, çünkü tatildeydim! Haklısınız, memleketteki gazete yazılarına ne kadar yerleşmiş olursa olsun "Tatildeydim!" demenin haddinden fazla uygunsuz bir ifade olduğunun ben de farkındayım, hele de şu zamanda. Ama görüyorsunuz, bazılarının sıkça yaptığı gibi "Değerli okurlarım, bu yıl çok çalıştığım için kendimi Ege'nin serin sularına atmak için sizden iki hafta uzak kaldım!" filan diye uzatmadan lafı kısa kesiyorum! Kısa kesiyorum, çünkü doğrusu, benim bu tür "çatlatmalar"ı okur okumaz mırıldandığım şu sözlerin muhatabı olmak istemiyorum: "Oooh Ege'nin serin suları... Senin serinlemenden bize ne azizim!" Aslına bakarsanız ben bu tatile bir Anayasa hükmü olduğu için çıktım! Anayasa'nın 50. Maddesinin ikinci fıkrası "Dinlenmek, çalışanların hakkıdır" demiyor mu? Sağlıklı, mutlu ve hür yaşamamız için her şeyi düşünmüş olan Anayasa'mızın geçirdiği devrimci değişikliğe önümüzdeki günlerde geleceğiz tabii ki...

Bu zaman zarfında gazetelerden mümkün mertebe uzak durduğumu itiraf ederim. Günlerin ve tabii zamanın İstanbul'da olduğu gibi "kuşlar gibi" hızla geçmediği, kozmik zamana uygun olarak yavaş yaşanan küçük yerleşim yerinde hemen hemen kimsenin elinde gazete yoktu. "Ne büyük konfor!" dedim kendi kendime. Ne Uzanlar ile Doğanlar'ın birbirlerini "terörist" ilan etmeye varan kavgaları, ne "savaş çığlıkları", ne hükümet gitsin mi kalsın mı türünden "Ortaçağ tartışmaları", ne de döviz ve borsa hareketleri... Bütün bu tatsız tartışmaları "merkez"e emanet edip "zaman"ın geçişini mümkün olduğu kadar yavaşlatmaya çalışan ve tabii kahır ekseriyeti "köylü" olan bir "çevre" topluluğu! Gazetelerimizin "zararlı" bir meta olduğuna bir kez daha karar verdim...

Döndüğümde, Sami Hocaoğlu'nun "ahlakın kökeni"ne dair kaleme aldığı iki yazı daha buldum. Böylece tamamı dört yazı oldu. Hocaoğlu'dan bu meseleyi "biraz açmasını" istediğimden dolayı çok memnunum. Bu güzel sayfaları mutlaka değerlendirmek isterim. Hocaoğlu, bir önceki yazısına "ABD'nin küresel bir ahlaksızlığa hazırlandığı şu günlerde..." diye başlamış. Çok haklı; demek ki "ahlak"ı tartışmanın tam da sırasıymış. Alain Badiou'nun "tatildeyken" karıştırdığım "Ahlak"a dair bir kitabında "farklılık hakkı" etiğini savunanların "biraz sağlam bütün farklılıklar"dan şeytan görmüş gibi korktuklarını söylemesi ve dolayısıyla son yılların ağızlardan düşmeyen kavramı olan "öteki"nin aslında ancak "iyi öteki" hatta neredeyse "bizimle aynı öteki" olduğu müddetçe makbul olduğunu vurgulaması doğrusu "zamanın ruhu"na pek uygun bir analizdi... "Tabii ki farklılıklara saygı", ancak söz konusu olan "farklı" bizimle birlikte "demokrat-parlamenter", pazar ekonomisinin partizanı, ekolojist, feminist ve fikir özgürlüğünün destekleyici olduğu müddetçe! Badiou, zengin "Batı"nın "farklılıklara saygı"yı ülkelerindeki göçmen işçilere yönelik olarak da aynı temel üzerinde anladığını ileri sürüyordu. Yani, göçmen işçiler ancak "entegre" oldukları "entegrasyon"u istedikleri, kendi farklılıklarını ortadan kaldırmayı arzuladıkları takdirde saygın "farklılar" sıfatını hakediyorlardı.

Yolculuğa çıkarken kendimi tutamayıp Radikal gazetesinden bir haberi kesip bir kenara koymuşum. Haberin başlığı bildiğiniz hikayeye ilişkin "Türban yasağı büyüyor." Kesip bir kenara koyduğum ikinci gazete küpürü yine Radikal'den. Tarhan Erdem'in "Toplumsuz 'laik devlet'" başlıklı yazısı. Erdem, Meclis'te son anda dönen "laik toplum" ilkesini gözden geçiriyor. Elimde başka gazete küpürü yok; demek ki yarın bu iki küpürü değerlendireceğiz...


8 Ekim 2001
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED