T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye istemese de demokrasi...

Türkiye'yi, çevresindeki coğrafyalarda önemli hareketliliklere ve bunların küresel ölçekte çok yönlü izdüşümlerine tanık olabileceğimiz yakın gelecekte göğüslemesi gerekebilecek daha büyük sıkıntılar bekliyor. Ancak Türk siyaseti önüne gelecek muhtemel kritik kararları alabilecek, yapılması gereken stratejik tercihleri yapabilecek takatta değil.

Ne yazık ki mevcut siyasi kadrolar, sadece olup biteni izlemek ve devlete endeksli politikaları tahkim etmekten başka bir iş yapmıyorlar.

Öyle ki, anayasa değişikliği çabaları bile sonuçta, "asker ve güvenlik" unsurlarını daha da güçlendiren bir amaca hizmet ediyor.

Türkiye'nin "resmi devlet politikası", sürekli uluslararası demokratik sistemin dışında kalarak bugünlere geldi. Bütün demokratikleşme adımları, otoriterleşmenin daha da sağlama alınmasıyla sonuçlandı.

İnsan hakları ve özgürlükler rejimi, "vesayet sistemi"nin güdüleriyle sürdürüldü.

Şimdi, 11 Eylül sonrasında dünyadaki yeni parametreler, bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye'nin "iç politik tercihleri"ni de derinden etkileyecek bir hat üzerinde ilerliyor. Her ne kadar yeni dünyada, "güvenlik" esasına dayalı bir sistemin egemen olacağı varsayılıyorsa da, yine de Soğuk Savaş döneminden kalma bir çizgiyi sürdürmek artık imkansız hale gelecektir.

Bir kere ABD, hegemonyasını pekiştirme çabalarına rağmen, artık dünyada tek güç değil. Gücünü bütün dünya ile ve özellikle de Avrupa Birliği ile paylaşmak zorunda.

Kuşkusuz, ABD ile Avrupa arasındaki makasın giderek daralmasının Türkiye açısından önemli sonuçları olacaktır.

Açıkçası, artık Türkiye bundan böyle Amerika'nın desteğine sığınarak, AB'nin demokrasi kriterlerini ıskalayıp sadece etrafında dolaşarak durumu idare edemez. 11 Eylül sonrası yaşanan gelişmeler, ister istemez Türkiye'yi bir yol ayrımına getirecektir.

Türkiye, ya bundan böyle demokrasi hattında ilerleyerek, iç ve dış politikasını gözden geririp demokratik dünyanın bir parçası olacak, ya da hala Soğuk Savaş dönemi reflekslerine bağlı kalarak otoriter yolda ilerleyecek.

Ancak bilinmeli ki Türkiye'nin, yeni dünyada oluşacak uluslararası güç dengelerinde hatırı sayılır bir yer edinebilmesi için demokratik dünyanın bir parçası olmaktan başka bir şansı da yok.

Ancak ne hazindir ki Türkiye, ne 11 Eylül'le başlayan yeni güç dengelerini, ne de "Batı ile İslam ülkeleri parantezi" arasındaki özgün konumunu anlamaktan çok uzakta görünüyor.

Nitekim, anayasa değişikliği oylamasında Tayyip Erdoğan'ın muhtemelen seçilme yolunun kapatılarak, temel siyasi tercihlerini uluslararası demokratik sistemden yana yapmış olan AK Parti'nin önünün kesilmek istenmesi siyasi basiretsizliğin en önemli göstergesi olmuştur.

Her ne kadar, bütün bunlar Türkiye'nin yeni küresel şartlarda "antidemokratik" bir yapıyla "demokratik sistem" içinde yer alacağına işaret ediyorsa da hayır.

Elbette, bundan sonraki yeni siyasal konjonktürde "light-siyasal İslam"ın bile büyük ölçüde geri plana itileceğini görmek gerekiyor.

Ancak her türlü sapma ihtimaline rağmen, 11 Eylül sonrasının "yeni şartları" Türkiye'yi "demokratik standartlar"la buluşturmaya mecbur kılacaktır.


8 Ekim 2001
Pazartesi
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED