|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bıraktığımız yerden doğrudan söze girelim; Amerikalı ünlü ve önemli liberal demokrat düşünce adamı Francis Fukuyama'nın ifade ettiği şu gözlemlere bir göz atalım: "… İslam,, Usame bin Laden ya da moderniteyi toptan reddeden Taliban gibi insanları düzenli biçimde üreten tek kültürel sistem olarak görünüyor. Bu, şu soruyu ortaya çıkarıyor: daha büyük Müslüman topluluk içinde bu gibi insanların ne kadar temsili özelliği vardır veya bu red, acaba İslam'da içselleşmiş durumda mıdır. Eğer redciler (Taliban türü) kıyıda kalmış bir avuç çılgından ötede bir şeyse, o takdirde bunların teknolojiyle güçlenmiş olmasından ötürü bizi tehlike altında tutacak uzun bir çatışma içinde bulunacağımızdan ötürü Huntington haklıdır. Doğu'da ve Batı'daki politikacıların, 11 Eylül'den beri, teröristlere sempati gösterenlerin Müslümanlar arasında bir 'küçük azınlık' olduğunu ve çoğunluğun olanlardan hayrete düştüğünü söylüyorlar. Bunu söylüyor olmaları, Müslümanlar'ı bir camia olarak nefretin hedefi olmaktan önlemek için önemlidir. Mesele, Amerika'ya ve temsil ettiklerine ilişkin tiksinme ve nefretin, gayet açık ki, bundan çok daha yaygın olması. İntihar saldırılarına kalkışmaya niyetli ve aktif biçimde Amerika'yı hedef alan insanların sayı olarak küçük bir azınlık olduğuna kuşku yok. Fakat olan bitene sempatiyi, İkiz Kuleler'in çöküş görüntülerinin seyredildiği ilk anda, o başkasının felaketinden duyulan mutluluk hissinden, Amerika'nın başına hakettiğinin geldiğine ilişkin hemen hissedilen bir tatmin duygusundan, daha fazla hiçbir şey açıklayamaz. Biçimsel kınama açıklamaları, bu duyguların ardından geldi. Bu bakımdan, teröristlere sempati, Müslümanlar'ın 'küçük bir azınlığı' olmaktan çok öteye, Mısır gibi ülkelerin orta sınıflarından, Batı'daki (Müslüman) göçmen topluluklara geniş bir alana uzanan bir karakteristik ruh halidir. Geniş bir alana yayılan bu tiksinti ve nefret, İsrail'i desteklemek ya da Irak'a ambargo uygulamak gibi Amerikan politikalarına karşı olmaktan çok daha derin bir şeyi temsil ediyor. Netice itibarıyla, dünyanın her yanında birçok insan, bu arada birçok Amerikalı, Amerikan politikalarıyla aynı fikirde değil ama bu onları öfke ve şiddet nöbetlerine sevketmiyor. Bu (tiksinti), ne de, Batı yaşam tarzına ilişkin bir bilgisizlikten kaynaklanıyor. İntihar saldırısını gerçekleştirenlerden Muhammed Atta, iyi eğitim görmüş, iyi halli bir Mısır ailesinin Almanya ve Amerika'da okumuş çocuğu. (Dolayısıyla), nefret; birçok yorumcunun ifade ettiği kanaate göre, muhtemelen, Batı'nın başarısı ve Müslümanlar'ın başarısızlığı karşısında hissedilen sıkıntıdan kaynaklanıyor. Ancak, Müslümanlar'ın psikolojik analizini yapmaktansa, Müslümanlar'ın kendileri açısından, radikal İslam'ın Batı liberal demokrasisinden daha iyi bir tercih olup olmadığını sormak daha akılcı olur. (Komünizmin aksine, radikal İslam'ın çağdaş dünyada, işin başında kültürel olarak İslami olanları kazanmaktan gayrı hiçbir çekiciliği bulunmadığını söylemek bile gereksiz.) Müslümanlar için, Siyasi İslam'ın gerçek hayattan ziyade soyut bir düşünce olarak cazibesi olduğu kanıtlanmıştır. Köktendinci din adamlarının 23 yıllık yönetiminden sonra, İranlılar'ın bir çoğu ve özellikle 30 yaşının altındaki herkes, çok daha liberal bir toplumda yaşamak istiyorlar. Taliban yönetiminin tecrübesini yaşayan Afganlar'ın duyguları da aynı. Pompalanan anti-Amerikan nefretinin tümü, Müslüman toplumların önümüzdeki yıllarda izleyeceği geçerli bir siyasi programa dönüşemiyor." Bu gözlemleri bütün Müslümanlar tartışmak, ortaya attığı soruları en başta kendi vicdanlarında cevaplamak zorundalar. Bu gözlemler ve bu sorular, kimliğimize, benliğimize, toplumlarımıza ayna tutuyor. Hepimizi 'psikanaliz'e tâbi tutuyor. Bu gözlemi gözardı edersek, cevaplardan kaçarsak; 21.Yüzyıl'ı kaçıracağız. En önemlisi, 'İslamcılar'ın 21.Yüzyıl'ın 'kızılderilileri' olmaları ve 'soyları'nın tükenmesi ihtimali var. Komplo üreten beyinlerin kendileriyle yüzleşmekten kaçarak, benimle ve benim gibilerle akıllarınca zeki polemikler yapmaları, ne yazık ki, onları bu 'mukadderat'tan kurtarmayacak. Ne ilginç, The Economist'in son sayısında 'Müslümanlar ve Batı' başlıklı yazısında benzer gözlemi dile getiriyor: "… Müslümanlar'ın çoğu ve hemen hemen tüm liderleri 11 Eylül eylemlerini kuru sözcüklerle kınadılar. Aynı zamanda Afganistan'a yönelik askeri harekat sürdükçe Taliban dışında kalan Müslümanlar için kaygılarını belirttiler. Bu da olması gerektiği gibiydi. Fakat Batı'daki bazı Müslümanlar, yüksek sesli ve bu nedenden ötürü sayısıya ters orantılı güçte kendisini duyuran azınlık, köktendincilerden yana konuşmaya, 11 Eylül suçlarını açıklamaya ve meşru göstermeye çalışmaya devam etti. Mutedil Müslüman çoğunluğun bu görüşleri yüksek sesle takbih etmesi ve bunları savunan kişileri alenen reddetmesi şarttır. Aynı inançtan olan kardeşlere bağlılık duymanın böyle bir eleştiriden sakınmayı gerektirdiği anlayışı reddedilmelidir. Usame bin Laden ve savunucuları İslam'a şan getirmiyorlar, ona zarar veriyorlar. Ve, teröristlerin ezmek istedikleri hoşgörü olmadan, dünyada hiçbir inanç barış içinde gelişemez." 11 Eylül'den beri bu köşede 'yüksek ses'le kimlik kartlarında 'İslam' yazan teröristlere kesin tavır alıyoruz. Siz, İslami siyasi şahsiyetler, gazete başlıklarını atanlar; köşelerinde bizimle didişmeyi seçenler; televizyon ekranlarında hamasi söylev verenler; bu konuda 'yüksek sesiniz'i iyi duyuramadınız. Hâlâ duyulmuyor…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |