|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bazan, bazı insanların belirli dönemlerdeki suskunluğu, beni şaşırtıyor. Bunu, "28 Şubat post-modern askeri müdahalesi" döneminde de, böylece şaşırarak izlemiştim.. Refah-Doğru Yol koalisyonunun "dışarıdan" devrilmesine, varlık sebepleri çoğulcu demokrasi olan diğer siyasi partiler, seyirci kalmaktan öteye, çanak tutmuşlardı.. En mütedeyyin diye bilinen ve iş hayatlarını inançlı kesimlere dayanarak inşa eden insanlar bile, bir anda "militarist" ve "laikçi" oluvermişlerdi.. Şu anda, ne yazık ki Afganistan'ın yoksul ve çaresiz halkını da perişan eden ve "Terörizmle Global Savaş" adına sürdürülen bombalamalar, yine bazı "konuşması gereken insanlar"ın suskunluğu içinde, kamplaşmalara sebep olarak devam ediyor. Bir kesimde öyle bir eğilim var ki, Taliban'la dinimiz aynı olduğu için, "Amerika'ya karşı çıkmak", inancımızın gereği.. Böyle düşünenlerin bir bölümü ve bu arada Taliban da, 1990'lı yıllarda Afganistan'daki Sovyet işgali sırasında mollalar Amerika tarafından silahlandırılırken, "Amerika ile birlikte olmak inancın gereği" derlerdi.. Uzak geçmişte Amerika, Vietnam'ın yoksul ve çaresiz köylülerini napalm bombaları ile yakarken, bunu kimse "Din kardeşlerimiz bombalanıyor" diye protesto etmemişti.. Savaşı protesto edenleri, "Bunlar komünist kuklaları" diyen, merkez-sağ kesimler kınamış, damgalamıştı.. Söylemek istediğimiz şu.. Bir savaş haksızsa, bir "tecavüz savaşı" ise, saldırılanların dini veya milleti ne olursa olsun, olay kınanmalı.. Son "savaş"a gelince.. Afganistan'a saldırıyı, Birleşmiş Milletler, bir "tecavüz" olarak değil, bir "meşru müdafaa" olarak görüyor.. Nasıl biz burada, Anayasa Mahkemesi Refah'ı veya Fazilet'i kapattığı zaman, "şeriatın kestiği parmak acımaz" anlayışı ile, kuzu kuzu Türk yasalarının uygulanmasını kabulleniyorsak.. Evrensel yasal düzende de, dünyanın en üst yasa koyucusu Birleşmiş Milletler, "Afganistan terörizme yataklık ettiği için", Amerikan ve NATO kaynaklı saldırıyı "haklı savaş" veya "meşru müdafaa" olarak kabul etti.. Özellikle siyasi veya aydın sorumluluğu olan kişilerin, bu konuyu vurgulamaları gerekmez mi? Sen, yanlış uygulanan ve özünde anti-demokratik olan yerel yasaların, sana uygulanmasını kuzu kuzu kabulleneceksin.. Buna karşı, evrensel yasal düzenin amir hükümlerinin uygulanmasını, "ama onlar bizimle aynı dinden" veya "zaten Amerika terörizmin hedefi olmayı haketmişti" diye, görmezden geleceksin.. Bir diğer mesele de şu.. Afganistan'ın kaderine veya Bin Ladin'in Afganistan'da üslenmesine, Müslüman Afgan halkı karar vermiyor.. "Müslüman Afgan halkı"nın bir önemli bölümü de, Taliban rejimine karşı, silahlı bir iç-savaş sürdürüyor ayrıca.. Yani sorun "Dinler Savaşı" ise, Molla Muhammed Ömer de, ona karşı içeride savaşan General Dostum da, ikisini de sevmeyen devrik Kral Zahir Şah da Müslüman değil mi? Biz, Türk ve Müslüman kimliğimizle, neden Amerika'dan çok Afganistan'a yakın olalım ki? "Siyasal İslam"ın en seçkin temsilcisi Prof. Necmettin Erbakan, Almanya'da teknik eğitimi, uçakları düşürmek, gökdelenleri yıkmak için görmedi ki.. "Türk kültürü"nde, yıkmak değil yapmak var.. "Uygarlığa düşman olmak" değil, "Uygarlıkla yarışıp, onu geçmek" var.. Erbakan D-8'leri, Batı ile savaşmak için değil, dayanışma içinde gelişip, onları geçmek için kurmadı mı? "28 Şubat"taki haksız MGK Muhtırası'nı, "Devlete zarar vermemek için", sessizce kabullenmedi mi? Yani "düzene saygı" var.. "Savaşa karşı olmak" ile "uygarlığa ve gelişmişliğe karşı olmak", neden aynı potada bulunsunlar ki?.. Neden sanki Erbakan, bu konularda susuyor ki?
ŞAKA
Şeffaflık mı?
Kavram kargaşası, Türk yaşamının bir parçası oldu.. Örneğin şu "şeffaflık" kavramı da, kargaşanın kurbanı şimdi.. "Şeffaflık", kamuya ilişkin alanlarda, yapılanların hesabının sorulabilmesi ile tamamlanır.. "Türk malı şeffaflık" ise, yapılan rezilliklerin herkes tarafından bilinmesi, ama hiçbirşey yapılmaması anlamına geliyor.. Yani, eli-kolu bağlı ve ağzı kapatılmış "kamu"nun röntgenciliği gibi birşey bu şeffaflık bizde..
İŞE BAKIN!..
Meğer "Polaroid" eski teknolojiymiş!..
Haberi gördünüz mü? "Polaroid" şirketi iflas etti.. Bence "Swissair"in iflasından daha önemli olay bu.. "Swissair", kötü yönetim içindeyken, krize yakalandığı için battı.. Ama "Polaroid", teknolojiye ayak uyduramadığı ve kendisini aşamadığı için battı.. Tıpkı Bill Gates'in Harvard'dan mezun olmadan ayrılıp "Microsoft"u kurduğu gibi.. Edwin Land de, Harvard'ı bırakıp, 1937'de "Polaroid"i kurdu.. İnanılmaz bir teknolojik aşamaydı Polaroid.. Çektiğiniz fotoğrafı, 10 saniye içinde elinize veriyordu Polaroid.. Şip-şak işi fotoğrafçılık, aile boyu oluvermişti.. Yolun başında Polaroid'in hisse senetlerini alabilenler, tıpkı Coca-Cola'ya zamanında yatırım yapanlar gibi dolar zenginleriydi.. "Teşebbüs Sermayesi"nin en büyük başarısıydı Polaroid.. Ve 1980'lerin sonunda, dijital teknoloji, fotoğrafçılığa giriverdi.. Arkasından, her yerde, normal fotoğraf filmini 1 saatte banyo eden dükkanlar açıldı.. Şimdi dijital kameranızla çektiğiniz fotoğrafı, isterseniz televizyon, isterseniz bilgisayar ekranında, anında görebiliyorsunuz.. Printerde basabiliyorsunuz.. Binlerce fotoğrafı hafızaya alıyorsunuz.. Ve Polaroid, "eski teknoloji ürünü" olarak batıyor.. Hâlâ "eski" kalın siz..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |