T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Afgan kız rüyasında vahşeti sayıklıyor

Afgan çocuklar da, Kabil'deki Birleşmiş Milletler binasında uykudayken Amerikan bombalarıyla hayatlarını kaybeden görevliler de ikiz kulelerdeki "vahşet"in kurbanları kadar masum... Hiçbirinin geride ne adları ne öyküleri kaldı.

Evet terör kalleşçe vurur, savaşsa vahşetin "yasal" adıdır... Ne kadar süslü mazeretlerle meşrulaştırılırsa meşrulaştırılsın, sefaletin ve acının yürekleri yaktığı Afgan köylerinde vahşetin "demirden kuşları"yla hayatları, umutları paramparça olan çocukların hesabını kimse veremez.

"Savaşa hayır" diyenleri, kurulmakta olan yeni dünyayı anlamamakla suçlayanlar beni zerre kadar ilgilendirmiyor doğrusu... Sadece, gönüllü savaş çığırtkanlarının yüreklerindeki karanlıktan ürküyorum.

Çünkü, aşklar, sevgiler, şiirler onların yüreklerine hiç uğramıyor.

Çünkü, onların yüreklerinde nefret ve vahşet çiçekleri var...

Çünkü onlar, füzelerin parçaladığı yüreklerin üzerinde açılacak "Amerikan kartları"ndan yeni dünya hayalleri kuruyorlar.

Oysa ben, ikiz kulelerde hayatlarını kaybeden masum insanların, karanfilleri solan Afgan çocuklarının ve Filistin'de babasının kucağında kurşun yağmuruna tutulan Muhammed Durra'nın yasını tutuyorum...

Savaşlara ve nefrete alkış tutanların acaba hiç mi yürekleri sızlamaz... Bir kez olsun sormazlar mı, "süresi ve hedefi belli olmayan bu çılgınlığın neresindeyiz?" diye...

Hiç merak etmez misiniz bu vahşetin ne kadarı gözyaşı, ne kadarı kahkaha?

Bunca acele ettiğiniz, alkış tuttuğunuz acımasız savaşın ne canlara, ne acılara malolacağını bilir misiniz? İçine gönüllü daldığınız insafsız "savaş oyuncakları"na uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?

Ya Afganistan'a yağan Amerikan bombalarından kaçan 12 yaşındaki kız çocuğunun, "Orası benim ülkem o yüzden seviyorum. Artık orada hiçbir güzellik kalmadı" derken yanaklarından akan gözyaşları?

The Washington Post muhabiri David Finkel, Pakistan'a kaçan Afgan mültecilerle görüşmüş. Konuşmasının içinde öylesine yakıcı sözler var ki, doğrusu buna yürek dayanmaz: "Yolun kenarına çömelmiş biri var, 12 yaşında bir kız çocuğu, ismi Nazik. Kandahar'da füzeler yağdığında ortalığın nasıl olduğunu, 'her yer toz duman oldu' diye resmediyor. Onların evlerinde yaşananları ise 'hepimiz ağlıyorduk' diye resmediyor. Kandahar'da geride bıraktıklarını soruyorum 'babam hâlâ orada' diyor. Peki yanında neden giysilerinden başka bir şey yok? '12 yaşında bir kızım. Oyuncaklara ihtiyacım yok' diyor. Akrabaları, onun babasını çok özlediğini, şehirlerin yerlebir olduğunu anlatıp durduğunu, uyurken sıçradığını anlatıyor."

Afgan dağlarına çöken karanlık bir gün kalkar mı bilinmez. Ama 12 yaşındaki küçük Nazik, rüyalarını hiç unutmayacak. Tıpkı, şu Afgan folk şiirinin dizelerinde olduğu gibi:

Ölüm geldiğinde ancak özgür olur bir yiğit
Beni hiç unutmayasın rüyalarında...


14 Ekim 2001
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED