|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Afganistan'a yönelik savaşın ilk haftasını değerlendirdiğimizde, gerçek bir savaştan çok, sanal bir savaşı andıran gelişmeler ile karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Körfez Harbi'nde de benzer durumlar olmuştu. Amerika ve Batı ittifakı, Irak'ı Kuveyt'ten çekilmesi için iknaya çalışmış, fakat Irak, ABD'ye rest çekmişti. Arkasından savaş hazırlıkları ve Irak'ın bombalanması.. Irak'ın bir-iki etkili füze taarruzu dışında, bir film seyredercesine ABD önderliğindeki batı ittifakının ezici hakimiyetini görmüştük. Bu arada vurulan askeri üsler, enerji şebekeleri ve mühimmat depoları savaşın boyutlarını gösteriyordu. Öte yanda; mazlum Müslüman Irak halkının acısını ve bu arada sevilmese de Saddam'ın başarısı için dua eden dünya Müslümanları'nın garip kaderini yaşadık. Sonunda; Irak'ın ABD'ye ve Batılı ittifaka teslimiyeti ve ağır mağlubiyeti. İslam dünyasında ise, büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü. Amerika ve Batı, askeri ve teknolojik üstünlüğünün sonucunda, yıkılan ve harap olan Irak ve Kuveyt'in imar hareketinde yine başrolü alarak, Kuveyt gibi bir ülkenin hamisi konumuna gelip, güvenlik stratejilerini belirlerken; Avrupalı ülkeler eliyle de Irak'ın imar ve sanayi çabalarını üstlenmeyi ihmal etmiyordu. Afganistan'a yönelik harp havası, 11 Eylül'deki intihar saldırılarından birkaç gün sonra gündeme gelmişti. Saldırıların faili olarak önce Usame Bin Ladin ilan edildi. Arkasından da Taliban, Usame Bin Ladin örgütünü ABD'ye iade etmediği için suçlu ilan edilerek Afganistan'a harp açıldı. Harp kararına gerekçe olarak gösterilen deliller; güç ve kültür birliği içinde olan ülkelerin arasında "bir sır gibi" görüşüldü ve karara bağlandı. Dünyanın en büyük devletleri, haklı bir gerekçeye sahip olmalarına rağmen, buldukları delilleri, dünya toplumlarına açıkça ilan edemedi. Nihayet ABD ve İngiliz askeri güçleri, Afganistan'ı vurmaya başladı. Muhalif güçlere askeri, mali ve stratejik destek verilerek ABD'nin Avrupa destekli güç gösterisi başlamıştı. Hareketin ilk dört gününden sonra, ABD bombardımanın, çeşitli güç ve strateji merkezlerini, iletişim şebekelerini ortadan kaldırdığı iddia edildi. Taliban ise, her nasılsa hâlâ kendinden emin, ABD'ye meydan okuyor; ama ABD ve müttefiklerinin tek bir uçağını bile düşüremiyordu. Bütün bu gelişmeler; Irak ve Afganistan'da ABD önderliğinde Batı ittifakının askeri olmaktan çok; psikolojik bir savaş başlattığına dair derin izler taşımaktadır. Çünkü Irak lideri olsun; Taliban olsun, ABD ile işbirliği içinde olan rejimler olarak bilinmektedir. Bu yüzden de, ABD'nin dünya liderliği ve hegemonyasını sağlamada birer aktör görevini üstlenme ihtimalleri vardır. Üstelik; her iki aktör de, İslam anlayış ve kültürünü bir değer olarak taşıyamayan; onu temsil etmekten çok, lekeleyen uygulamalar içinde olmuşlardır. Her iki hareketin lideri de; İslam dinini, kendi siyasi hakimiyeti için bir vasıta telakki ederek; iktidarlarının devamı için onu kullanırken; ülkelerindeki İslami hassasiyete sahip grupları da, en acımasız bir şekilde cezalandırmışlardır. Olayın bir de uluslararası görünümü vardır. Özellikle Batı ve Batı dışı Müslüman olmayan dünyada, Irak ve Afganistan'daki tutarsız ve hatta İslam hukuk ve insan hakları anlayışına ters tutumlar; bu dinin ağırlığını ve Müslümanlar'ın kimliğini olumsuz yönde etkileyerek Müslümanlar'a karşı müsamahanın önünü tıkayacak hale gelmiştir. Bunun da ötesinde, Müslümanlar, Batılılar'ın gözünde terörist ve barbar bir hareketin temsilcisi gibi gösterilme eğilimi ağır basmıştır. Konunun İslam dünyasındaki yansımasında ise; Müslümanlar'ın beceriksizliği ve tutarsızlığı gibi, tüm heyecan ve atılımların mantıki temellerini sarsan bir ümitsizlik ve içine kapanma duygusu hakim hale gelmiştir. Bu durum; giderek, kendine ve değerlerine güvenini kaybeden ve psikolojik yıkıma uğrayan bir medeniyet anlayışının, sistemli bir psikolojik istila ile yıpratılmasına kadar varabilecektir. Böyle bir psikolojik savaşın varlığı yeni değildir. Fakat, Körfez harekatından sonra; özellikle medyanın da etkin bir biçimde devreye sokulması ile, dünya toplumlarını derinden sarsacak bir hale getirilmiştir. Bütün bu etkiler karşısında; düşünce ve değerlerin bilinçli bir biçimde pratik hayata yansıtılmasına yönelik çabaları başlatmak ve psikolojik yıkım hareketine karşı; "psikolojik yenilenme ve toparlanma" bilincini yerleştirmek gerekiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |