T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Kemal Oktay

Güreşsever arkadaşlarımdan Avukat Remzi Aydın, makalelerimden birini okuyordu ki, Kemal Oktay adını duyduğumda duygulandım. Şu kadar yıldır güreş dünyasındayım ve açıklıkla söylemem gerekir ki, bu kadar duygusal, bu kadar aydın, kibar, baron, sir ya da lord ünvanı taşıyanlardan bile daha centilmen pek az insan tanıdım.

Bunlardan biri Osman Şansal, diğeri Mehmet Akzambak ve Turhan Yaycan gibi (rahmetli) bir elin parmaklarından da azdır. Kemal Oktay'ın ilk adı Osman'dır. Yanlışsa ben namlı dilbilimci Besim Atalay'ın yalancısıyım. Osman'ın Türkçe anlamı "Çoşkun"dur! O'nu ilk kez İstanbul Güreş İhtisas Kulübü'nün Levent'teki Tenis Kulübü'nde düzenlediği bir toplantıda tanıdım. Babıali'nin gelmiş-geçmiş en harika şakacılarından Faik Gürses'le yanyana oturuyorduk ve Osman Kemal Oktay karşımızdaydı. Bugün konuşarak hayatlarını kazanan Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan gibi üstadlar (diğerlerini saymaya bile gerek duymuyorum) açıklıkla söylüyorum ki yesinler-içsinler ve Faik Gürses'in haberciliğe, gazeteciliğe düşkünlüğünden ötürü böyle bir rakipten kurtuldukları için şükretsinler!

O akşam Tenis Kulübü'ndeki toplantıda Faik Gürses, kafasına nereden esmişse esmiş tutmuş Macarca konuşmaya başlamıştı. Osman Kemal Oktay, Macar dili melodisini tarifsiz şekilde taklid eden Faik'i Macar sanmış, şaşkınlıkla O'na bakıp durmuştu! İngilizce ve özellikle Almanca lisanlarını en ince noktalarına kadar bilen Osman Kemal Oktay, sonunda uyandı ve laflara karıştı. Aman efendim o ne enfes espriler, o ne enfes deyişler, doğrusu şaşırıp kalmıştım.

Benimle tanıştığında (işte o gece) söylediklerini hiç unutmadım: "Ben, Galatasaray birinci takımında futbol oynayan Burhanettin Bey'in oğluyum. Babam bana spor aşkı aşılamak için birgün sizin bir kitabınızı armağan ederek (Oğlum, bu adamı tanı) dedi. Sizinle birlikte olduğumdan bu akşam çok mutluyum, babamı rahmetle anıyorum" dedi.

Osman Kemal Oktay'ı boşuna şatafatlı ünvanlar taşıyan Fransız ya da İngiliz aristokratlarına benzetmedim, belki yalan da olsa işte böyle gönül alıcı sözleri en inandırıcı şekilde ifade ediyordu ki, böyle bir davranış bizim "Çelebi" dediğimiz zatlara özgüdür. Bu değerli spor arkadaşım Saadettin Tantan gibi usta bir araştırmacının kontrolünden de geçmişti. Türk Güreşi'nin O'na ihtiyacı vardı. FILA Başkanı Milan Ercegan'la O'nu tanıştırdım. Ercegan, daima Kemal Oktay'a saygı duydu. Gözleri görmediği halde yürüyerek Hac'ca gidip gelen Osman Kemali Efendi'nin torunu olan Kemal Oktay, kendisiyle her konuda konuşulabilecek ve en iyi recete alınabilecek bir beyindi!

Güreşe vurgunluğu Eyüp'te otururken başlamış: 1960 Roma Olimpiyadları sonrasında Eyüp'te yalınayak koşan bir kadın: "O'nu ben doğurdum O'nu ben doğurdum!" diye bağırırken yüreğini yumrukluyormuş. İşte bu hanım, Roma Olimpiyadları Şampiyonu Müzahir Sille'nin annesi imiş. Kemal Oktay, bu manzaradan çok etkilenmiş, bunları bana anlattıydı. En az 7 yıl var ki O'nu hiç göremedim. 12 yıl FILA'da çalıştı, hizmetleri oldu. Yiğit, kültürlü çok iyi bir arkadaştı, hayatı rast gitsin...

Berlin'de

Hacı Muhsin Altun ve Osman Kemal Oktay'la birlikte olduğumuzda keyfimize diyecek yoktu. 1985 yılında Leipzig'te hep beraberdik. Avrupa Şampiyonası bitmiş, dönüş için Doğu Berlin Havalanı'na gelmiştik. Honecker'ın Doğu Almanyası çok katı komünistti. Polis kontrolünden geçip içeri girdik. O sırada alımlı bir genç kız Kemal Oktay'a baktı, Oktay, selam verdi ve "Hangi millettensiniz?" diye sordu.

Kızcağız: "Amerikalıyım" dedi.

Karşısındaki kişinin şakacı gücünü nereden bilsin. Kemal Oktay hemen lafı yapıştırdı: "Siz Amerikalı iseniz mutlaka CIA ajanısınız, ben de KGB'denim."

Doğu Berlin'de böyle bir şaka, aman Allah doğrusu ben bile korkmuştum. İki-üç dakika sonra Hacı Muhsin Altun, Kemal Oktay ve ben, hemi de Amerikalı genç kız, birlikte makaraları koyverip uçağa bininceye kadar adeta yerlerde yuvarlanırcasına gülmüştük.

Osman Kemal Oktay, FILA'da başkan yardımcısıydı. O'nu küstürüp ayırmasalardı, bu yılki Dünya Şampiyonaları Türkiye'de yapılır, en azından da ülkemizin sadece turistik açıdan 10 milyon Amerikan Doları geliri olurdu. Yaradan gecinden versin ölürse O'nun adını bir spor salonuna koyarlar. Bizde zaten sistem bu: "Onu öldürmeli sonra da öldürüldüğü ağacın (asıldığı) altında ağlamalı" deyimi yararlı insanların fazla yaşamamalarını arzu edenlerin yoğunluğunun işaretidir.


24 Ekim 2001
Çarşamba
 
ALİ GÜMÜŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED