T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yaşamımızda 50 yıldır Dr. Alaeddin Yavaşça var!..

Düşünebiliyor musunuz? Bazı şanslı Türkler, Dede Efendi'yi de (1777-1845), Hacı Arif Bey'i de (1831-1884) dinleyebildiler..

Türk kültürünün bu anıt isimlerinin bestelerini, kendi yorumları ile dinlediler..

Biz de şanslı Türklerdeniz bu açıdan..

Önceki gece Dr. Alaeddin Yavaşça'nın "50'nci Sanat Yılı" kutlamasında, hem onu, hem de öğrencilerini dinleyebildik..

"Türk Kültürüne Hizmet Vakfı"nın düzenlediği gece, Dr. Yavaşça'nın sesine ve bestelerine kendimi kaptırmış, zamanı ve mekanı olmayan bir güzellikler evreninde dolaşırken, içimden hep "Ne bildim kıymetin-ne bildin kıymetim"e gelse sıra diyordum..

Bu doyumsuz güzellikteki Nihavent Yavaşça şarkısını, Melihat Gülses öylesine içten söyledi ki, "Ah keşke Dede Efendi de dinleseydi bunu" dedim kendi kendime..

Yani Türk müziği geriye gitmiyor..

Önümdeki sırada Avni Anıl, ileride sağda Dr. Selahattin İçli, hemen arkamda Semahat Özdenses oturuyorlardı..

Onların bestelerini de aklımdan geçirdim..

Evet.. Meragi'lerle, Hafız Post'larla, Itrî'lerle başlayan ve sonsuza kadar sürecek olan yarış devam ediyor..

Münir Nureddin Selçuk'un, bir Şevki Bey'den, bir Tabi Mustafa Efendi'den geri olmadığını, hâlâ fark etmedik mi?

Alaeddin Yavaşça da, bu sonsuz yarışın rekortmen koşucularından biri..

"50'nci Yıl Gecesi"nde, gerçekten güzel konuşmalar yapıldı..

Ender Ergun, ilk defa Yavaşça'nın sesini, bir teypten, 3'üncü Selim'in "Ab-u tâb ile bu şeb haneme canan geliyor"unda duymuş.. Suzîdilara'nın hakkını veren bu yoruma hayran kalmış..

Yılmaz Karakoyunlu'nun 15 yaşındayken Alaeddin Yavaşça'dan dinlediği beste, İsmail Hakkı Bey'in Nihavent aksaksemaisiymiş..

"Seni hükm-i ezel aşub-ı devran etmek istermiş..

Beni bahtım gibi zar-ı perişan etmek istermiş.."

Acaba ben ilk kez, İstanbul radyosundan Alaeddin Yavaşça'yı hangi besteyi yorumlarken dinlemiştim?..

1950'lerdeki "Bizim Radyo Günlerimiz"di o dönem.. Zeki Müren'le başlayan "yeni sesler fırtınası", Alaeddin Yavaşça ile devam ediyordu..

Necmi Rıza Ahıskan, Mustafa Kovancı, Ahmet Üstün.. Böyle yıldızlarımız vardı Radyo Günleri'nde parlayan..

Dr. Yavaşça da, "Radyo"ya, bir sınavla girmiş.. O sınavda (1950) söylediği Dede Efendi'nin Hüzzam bestesini, "50'nci Yıl Gece"sinde yine söyledi..

"Halimi bir kerre takrir eylesem sultanıma

Gûş edip rahm eylemezsin nale-vü efganıma."

Düşünün.. 1950'de 24 yaşındayken söylediği sınav parçasını, 2001'de bizim için tekrarladı.. Siz olsaydınız, heyecanlanmaz mıydınız?

Kim söylemiş, hatırlamıyorum.. Ama gerçekten "hatıralar, hayatın bastonudur."

Babamla, Yahya Kemal'le aynı masada oturduğumu ve Münir Nureddin'in bir gazelini Yeniköy sahillerinde, ağustos mehtabında dinlediğimi hatırlıyorum..

İstinye'deki evimizde, Mefharet Yıldırım'lı, Necmi Rıza'lı, Turan Güneş'li, Vasfi Rıza'lı fasıllarımızı hatırlıyorum..

Ah Muazzez Abacı ah!.. Neden "Seni hükm-i ezel"i bırakıp, piyasanın güncelliklerine daldın ki?..

O gece, Dilek Aktaşoğlu adındaki gencecik bir kız, Yavaşça'nın "Ağlar gezerim sahili sanki benimlesin"ini öylesine güzel söyledi ki.. İçimden "Ah Ayşegül Durukan, neden çekildin ortadan" diye, söylenip durdum..

Allah Dr. Yavaşça'ya uzun ömür ve Türk kültürüne, nice Yavaşça'lar versin..

ŞAKA

Acaba hangisi doğru!..

Demirel doğru söylemiş..

-Siyasetçi kendi halkına hizmet için ortaya çıkıyor, kendine hizmet için değil.. Halkına hizmet için ortaya çıkan, halktan korkar mı? Şaşarım!..

Ne güzel bir anket konusu vermiş Demirel bu arada..

-Ecevit-Yılmaz-Bahçeli üçlüsü, kendilerine mi, halka mı hizmet veriyorlar?

Ne dersiniz?.

HAYAT GÜZELDİR

Taliban başka Afganistan başka!..

Her çeşit bağnazlıklar ve topyeküncü ideolojiler, hayatımızı sığlaştırdı.. Yetmezmiş gibi, bir de yeteneksiz ve kifayetsiz muhteris politikacılar yüzünden, "sosyo-ekonomik kriz"e itildik..

Bu yüzden herşeyi "ak ve kara" almaşıklar içinde görüyoruz..

"Afganistan" ile "Taliban"ı da, bu şekilde aynı potada eritiyoruz..

"Afgan halkı"ndan yana olmakla, "Taliban"dan yana olmayı da, bu şekilde karıştırmadık mı?

Mevlana'nın da, Afganistan'dan, Belh'den geldiğini böylece unuttuk..

Ama, Mevleviliğin de, 20'nci yüzyıl Türkiye'sinde yasaklanmasını "devrimlerin gereği" olarak görüp, hiç tartışmadık..

Hanende Nureddin Çelik'in de yer aldığı korodan, Zekai Dede'nin (1824-1897), Hisarpuselik Yürüksemaisini dinliyorum "Boyut Müzik"in C.D.'sinden şimdi.

"Gönlüm heves-i zülf-ü siyehkâre düşürdüm

Mürg-u dilimi ateş-i hicrane düşürdüm."

"Taliban'ın Afganistanı"nda müzik yasak.. Tef çalmak bile yasak.. İnsan sesi ile müzik icra etmek yasak..

Düşünebiliyor musunuz farkımızı?


24 Ekim 2001
Çarşamba
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED