|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hayır, Japonya'da batan "Ertuğrul gemisi"nden değil, düpedüz Ertuğrul Özkök'ten sözediyorum. Yazdıklarını yeniden teşrih masasına yatırıp, canınızı sıkacak değilim... Çünkü ben Ertuğrul Özkök'le uğraşmaktan, onu akla ve vicdana davet etmekten yoruldum. (Biz de can taşıyoruz yahu... Bizim de kalbimiz, bizim de kendimize göre tahammül opsiyonumuz var...) Şu "İslamcı-demokrat" çatışması ve Özkök'ün burada üstelendiği rol, nazarı dikkatimi celbeden... Özkök, bir yazısında, (Çandar, Barlas ve Ülsever'e gönderme yaparak) İslamcıların neden demokrat olamayacaklarını ispatlamaya çalışıyor, "Bakın, gördünüz mü, Taliban terörünü bile kınamaya yanaşmıyorlar, bunlar demokrat filan değil, bunu bizzat yaşayarak gördünüz" demeye getiriyordu, bilge havalarında. Buradan şu sonuç çıkıyor: İslamcılar, liberaller, demokratlar, 28 Şubat sürecinde "demokrat olmak" paydasında "ittifak" yapmışlardır. Ertuğrul Özkök, bu ittifaka karşı çıkmıştır ve adı geçen arkadaşları (Ülsever'i, Çandar'ı, Barlas'ı, hatta Göktürk'ü, Bayramoğlu'nu, Mahçupyan'ı, Bumin'i) İslamcıları savunmamaları konusunda defaatle uyarmıştır. 11 Eylül saldırısından sonra İslamcıların "savunmaya değer" yaratıklar olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla demokratlar Ertuğrul Özkök'ün çizgisine gelmiştir. Sorun da burada başlıyor işte. Ertuğrul Özkök çizgisinde... 28 Şubat'tır, darbedir, Andıç'tır, topyekün savaştır bu çizgi... Bu çizginin salim bir "muhasebe"ye ihtiyacı yok mu? Adı geçen arkadaşlar (Çandar'lar, Barlas'lar, Bayramoğlu'lar, Mahçupyan'lar, Bumin'ler), bu muhasebeyi yaptıkları için işsiz kalmadılar mı? Son dört yıl içinde kaç gazeteci susturuldu? Kaç gazetecinin işine son verildi? Kaç gazeteci demir parmaklıkların arkasını boyladı? Can Ataklı, Öküz dergisine verdiği mülakatta, dayanamamış, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ın susturulmasında, "etkili bir general"in birinci derecede rol oynadığını söylemişti. Etkili generalin, PKK'nın iki numaralı adamı Şemdin Sakık'ın ifadelerinin arasına sızarak, bazı yayın organlarını ve bu arada gazetecileri PKK'yla "organik işbirliği" içinde gösterdiği "Andıç"la belgelendi. Buna göre Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Mahir Kaynak, Mahir Sayın ve Altan kardeşler Abdullah Öcalan'dan talimat alıyor, Akit ve Milli Gazete ise PKK'yla paralel hareket ediyordu. Büyük bir gönül rahatlığıyla oturup "son dört yılın bakıyesi"ni aklayan Ertuğrul Özkök, bu çirkin tertibi derin bir tevekkülle izlemeyi tercih etti. Hayır, izlemekle kalmadı. Bir adım daha attı. "Andıç" belgesini manşete taşıyarak iki meslektaşını (Çandar ve Birand) hedef gösterdi. Fazla uzağa gitmeye gerek var mı? Önceki gün, bir gazeteci daha benzer yöntemlerle susturuldu. Ali Bayramoğlu... Ali Bayramoğlu'nun suçu, her vasatta, her koşulda "demokrasi"yi savunması ve şarta bağlı demokratlığın "demokratik düşünce"yle bağdaşmadığını söylemesi. Bakalım, 28 Şubat ittifakının sona erdiğini söyleyerek yeni bir "Andıç iklimi" yaratan demokratlarımız (Özkök ve adı geçen eşhas) Bayramoğlu'na yapılanlara nasıl bir tepki verecek? Yakın arkadaşı Enis Batur, Özkök için, "Bende kirlilik duygusu yaratıyor" demişti. Bende de, bilakis, hüzün... Çünkü hiçbir söz, hiçbir eleştiri makes bulmuyor vicdanında. "Buna ister kaşarlanma deyin, ister yaralarla yaşamayı öğrenme" diyordu kendisiyle yapılan bir söyleşide, "Artık hiçbirinden etkilenmiyorum. Kendimi bir tür psikolojik korumaya aldım." Asıl facia bu işte...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |