|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Susurluk sanıklarının "çete" suçundan aldıkları cezayı "eksik soruşturma" gerekçesiyle bozdu. Biliyorsunuz, Topal cinayetinde savcı sanıkların beraatını istemiş, "Kayıp Silahlar Davası" da akamete uğramıştı. "Susurluk fasa fiso" dediği için Erbakan'ı topa tutan mahut odak (medya, "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık"çılar, sivil toplum örgütleri) kararı derin bir tevekkülle karşıladı. Susurluk eyyamında başı çeken Yakup Yılmaz'ın nasıl bir tepki vereceğini, aşk yazılarından fırsat bulursa, yani konuya eğilme gereği duyarsa öğreneceğiz. Mahkeme kararını tartışmak istemiyorum. Zaten bu yazının amacı mahkeme kararını tartışmak değil, Susurluk eyyamıyla güç ve iktidar devşirmeye çalışan odakların (medyanın, "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık"çıların, güya sivil toplum örgütlerinin) nasıl şapa oturduklarını ortaya koymaktır. Bunu, 24 Kasım 2000 tarihli yazımda ortaya koymuştum aslında. Yinelemekte beis görmüyorum. Susurluk bahaneydi, bana sorarsanız. Çetelerin devleti ele geçirdiği ve bağlı olarak "laikliğin tehlikeye düşürüldüğü" tezi, geleneksel irtica politikalarının bereketiyle ayakta durmaya çalışan çevrelerin "halkı devlete yaklaştırmama" politikasının bir devamıydı sadece. "Çeteleri ortaya çıkarmak" âli maksadıyla başlatılan "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eyleminin Refahyol hükümetine yönelik linç kampanyasına dönüşmesini/dönüştürülmesini başka nasıl izah etmeli? "Bu işte bir terslik var" diyordu bir Emniyet görevlisi: "MİT ve Genelkurmay (sanki) yabancı devletler tarafından korunan bir çeteyi yakalamak istiyor da, siyasi iktidar (Refahyol hükümeti) buna izin vermiyor... Siyasi iktidarın kontrolündeki parlamento da olayı ciddiyetle ele almaya yanaşmıyor. 'Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık' eylemiyle sağlanmak istenen buydu." Prof. Mahir Kaynak ise, hükümetin "Çetelerle mücadele" konusunda "özellikle" atıl bıraktırıldığını söylüyordu. Kaynak'a göre, Susurluk'ta ortaya çıkan "çete" dış güdümlüydü. Ermeni terörüne karşı kullanılmıştı ama, onu sevk ve idare eden güç, terörün bitirilmesine karar verdiği için değil, "terörü bu çeteye bitirtmek istediği için" terörü bitirmişti. Yani, Ermeni terörü bastırılmış gibi gösterilecek, böylece çeteye devlet içinde meşruiyet sağlanmış olacaktı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in (askerî) danışmanlarına göre, MİT ve Genelkurmay devlet içinde yuvalanmış çetelerden arınmak istiyordu, ancak siyasî iktidar buna izin vermiyordu. Bu arınma nasıl olacaktı? Ülkeyi, "yabancıların kontrolündeki" bir çeteden kurtarmayan, yani Emniyet teşkilatına kadar sızmış bu oluşumu bertaraf etmeye yanaşmayan siyasi iktidarın, MİT ve Genelkurmay tarafından "bir şekilde" kenara itilmesiyle mi? Hatırlarsanız, Refahyol hükümetiyle birlikte, kimi yayın organlarında "polise karşı asker" tezi işlenmeye başlamış, "çetelerle mücadele" görüntüsü altında, "dindar-muhafazakâr" kadrolar tasfiye edilmişti. Ardından da, bildiğiniz gibi, 28 Şubat muhtırası gelmişti. Demek ki Erbakan haklı. "Susurluk fasa fiso"ymuş... Susurluk, yukarıda da söylediğim gibi, geleneksel irtica politikalarının bereketiyle ayakta durmaya çalışan çevrelerin "halkı devlete yaklaştırmama" politikasının bir devamı olarak gündeme getirildi. Maksat hasıl olunca da gündemden düşürüldü. Bunu nereden biliyoruz? En azından "aşk yazarı"nın sessizliğinden.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |