T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kafkasya prizması ve Türkiye'ye 'strateji' (1)

Geçen hafta Brüksel'de TESEV'in düzenlediği Kafkasya konulu bir uluslararası toplantıdaydım. Açış konuşmasını Dışişleri Bakanı İsmail Cem yaptı. İlter Türkmen ile Emre Gönensay, toplantıya katılan iki eski Dışişleri Bakanı idi. 11 Eylül 2001 sonrası dünyanın nasıl şekilleneceğine ilişkin ipuçlarıyla dolu çok içerikli bir toplantıydı.

Bu toplantıya önayak olan TESEV, Türkiye'nin en etkili ve en itibarlı sivil toplum kuruluşu olarak parlıyor. Ankara'daki hükümet aynı konuda bir toplantı düzenlemeye kalksa, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan dışişleri yetkililerini, İran Parlamentosu'nun Enerji Komisyonu başkanını, Amerikalı uzmanları vs. kolay kolay biraraya getiremezdi.

Zaten Dışişleri Bakanlığı'nın yüksek düzeyli katılımına karşılık, Enerji Bakanlığı ve BOTAŞ yetkilileri, 'Mavi Akım'ın masaya yatırılmasından kaygılanarak, Brüksel'deki 'Kafkasya konferansı'nı kendi usullerince torpillemek istediler. Tipik bir Ankara manzarası: Dışişleri'nin kaşıkla attığını, aynı hükümetin bir başka kolu Enerji Bakanlığı sapıyla çıkarmaya kalkışıyor. Aslında çok da haksız sayılmazlar; Brüksel'de konunun uzmanlarını dinlediğimiz vakit, 'Mavi Akım'ın Türkiye'ye atılmış kocaman bir kazık olduğu anlaşılıyor. Resmi belgeler ve bu arada fiyat sözleşmesi hiçbir zaman kamuoyunun bilgisine getirilmedi ama, 'Mavi Akım' gerçekleştiği takdirde, Türkiye'nin Rusya'ya ödeyecegi doğal gazın metreküpü 102 dolara gelecek. Bu, Brüksel'de edindiğimiz bir bilgi. Oysa, Türkiye'ye çok daha yakın ve Azerbaycan'ın zengin doğalgaz yataklarını oluşturan Şahdeniz havzasından ve Türkmenistan'dan elde edilecek doğalgazın metreküp fiyatı, bu rakamın çok altında. Metreküp başına 60 dolar nerede; 120 dolar nerede…

Kafkasya denildiğinde, ister istemez, Balkanlar ve Ortadoğu'ya rahmet okutturacak bir karmaşık yapı ve 'çatışma potansiyeli' ortaya çıkıyor. Ve tıpkı Ortadoğu gibi, Kafkasya, bir 'enerji havzası' olarak gelecekteki herhangi bir siyasi denklemin içine yerleşiyor. 21.Yüzyıl'ın 'stratejik hesapları'nda Kafkasya'nın özel bir yeri olacak. Kafkasya'yı, Orta Asya ile beraber tasavvur etmek gerekiyor.

Kafkasya'nın baş aktörleri, uluslararası sahnenin de baş aktörleri: Rusya ve İran başta. Türkiye de bunlara dahil. Tabii, 'süperdevlet' kimliği ve enerji politikalarındaki rolü ve ağırlığıyla Amerika. Bunların yanısıra, 'yardımcı aktörleri', Güney Kafkasya'nın üç ülkesi Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan olarak sıralamak gerekiyor.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında Yukarı Karabağ sorunu ve Azerbaycan topraklarının yaklaşık üçte birinin Ermenistan işgali altında bulunmasının yol açtığı gerilim sürüyor. Gürcistan ise, Rusya'nın ağır baskısı altında. Abhazya'ya kağıt üzerinde sahip. Fiiliyatta Abhazya, Rusya'nın cirit attığı ve oradan Gürcistan'ı sıkıştırdığı bir alan. Benzeri bir 'çatışma potansiyeli' Türkiye'ye bitişik, merkezi Batum olan Acaristan için de söz konusu. Acaristan Özerk Cumhuriyeti, Gürcistan'ın içinde ama başkanı Aslan Abaşidze, Rusya ile flört halinde ve Abaşidze'yi Tiflis'te Eduard Şevardnadze'nin yerine getirme hesapları gündemde.

Gürcistan içinde Çeçen unsurlar da bulunuyor. Kafkasya'nın Rusya Federasyonu'na dahil kuzey bölümünde -Çerkesler'in anayurdu- Çeçenistan sorunu olanca ağırlığını koruyor. Kuzey Kafkasya, ayrı bir çalkantı konusu.

11 Eylül'den sonra, Amerika 'uluslararası terörizm' avına girişince, ani bir hamle ile 'Amerikan ekspresi'ne atlayan Vladimir Putin, Çeçenistan'da elini kolunu serbest bırakmayı hesaplamıştı. Batı'dan bu konuda 'karışık sinyaller' gelmesine karşılık, Amerika'nin Rusya'ya Kafkasya'da 'aşması yasak' bir 'kırmızı hat' çizdiğini de Brüksel'de öğrendik. Rusya'nın durması gereken 'sınır', Amerika açısından Gürcistan.

Bütün bu gelişmeler mozayiği biraraya getirildiğinde, 'Baku-Ceyhan'ın birdenbire en şanslı dönemine girdiği sonucu da çıkıyor. Rusya, 'Baku-Ceyhan'a üstü kapalı yöntemlerle taş koymaya devam etmek istese de, 11 Eylül 2001 sonrasının 'stratejik hesapları', bugüne dek olduğundan daha fazla biçimde 'Baku-Ceyhan'ı geçerli bir 'enerji nakil hattı' haline getiriyor. Amerika açısından, önümüzdeki dönem 'istikrarsızlaşması' muhtemel gözüken Körfez'e oranla bir 'alternatif rota' şart ve 'Baku-Ceyhan', 11 Eylül 2001 sonrası dünyasında işte bunu ifade ediyor. Nitekim, Azerbaycan'a Amerikan ekonomik yardımına engel teşkil eden 907 sayılı kararnamenin geçen hafta Amerika tarafından iptal edilmesi de, 11 Eylül sonrasının yan ürünlerinden biri.

Bu arada, İran'ın, 11 Eylül 2001 sonrasının 'uluslararası sahnesi'ne doğalgaz ve petrol kozlarıyla, bugüne kadar gözükmediği biçimde çıkmaya kararlı olduğu seziliyor. İran, muazzam enerji rezervleriyle, dünya politikası için büyük değer taşıyor. Dünyadaki petrol rezervlerinin yüzde 9'u, yaklaşık onda biri İran'da. Ayrıca, dünyadaki toplam doğalgaz rezervlerinin yüzde 18'ini de elinde bulundurarak, Rusya'nın ardından dünyanın bu konuda en zengin ülkesi.

Dahası, İranlılar'ın diliyle, "İran, dünya petrol zenginliklerinin bulunduğu iki bölgeyi, Körfez ve Hazar Denizi'ni birleştiren özel bir coğrafi konuma sahip. Bu zengin enerji kaynaklarına ulaşma şansı ve bunların konumu, İran'a ve bu bölgelerde aktif olmak isteyen uluslararası şirketlere büyük imkanlar sunuyor… Değişik siyasi eğilimlerdeki uzmanların aykırı görüşlerine rağmen, İran, coğrafi ve siyasi konumu ve uygun altyapısı itibarıyla, Hazar bölgesindeki ülkelerin enerjilerinin dünya pazarlarına ihracı için en güvenli, en yakın ve ekonomik olarak en uygun rotayı ifade ediyor."

İran'ın AB ile artan yakınlığını da dikkate alırsak, Brüksel'de işittiğimiz bu cümlelerin Türkiye'nin 'stratejik hesapları' bakımından özel bir anlamı bulunuyor. Yarına…


31 Ekim 2001
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED