|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bazen böyledir işte; en kasvetli bir dönemeçte içinize serinlik bahşeden bir vahayla karşılaşabilirsiniz... Önceki akşam, 'Tek-Tek' programında kamuoyu karşısına çıkan ülkemizin yüzakı bir grup aydın, 'Cumhuriyet' kavramını tartışırken, içinden geçilen bunalıma da isabetli teşhisler koydular. Daha önemlisi, içinden çıkılmaz bir hal almış ülke sorunlarına, hiçbir kesimi dışlamadan yaklaşılması ve ortak çözümler üretilmesi zorunluluğunun vurgulanmasıydı... Programı 'önemli' kılan, tartışmanın, 'global 28 Şubat' ürpertilerine hak verdirecek gelişmelere çanak tutan 11 Eylül'ün baskıcı ortamında yapılıyor olmasıydı elbette; ancak en az o kadar önemli olan, o ortamdan Türkiye'nin nasibine düşen 'tramvay' edebiyatına son verdirecek bir netliği gözler önüne sermesiydi. Mehmet Barlas, Mehmet Altan, Oral Çalışlar ve Gülay Göktürk, herbiri kendi pencerelerinden aynı manzaraya baktıklarını ve gördüklerine benzer tespitler koyduklarını belirttiler. Daha güzeli, tartışmanın düzeyine uygun bir tribünün programı zenginleştirmesiydi; gençler de, soruları ve katkılarıyla, yarınlardan umutlu olmamızı sağlayacak bir zihin açıklığı sergilediler... 11 Eylül, örneği pek görülmemiş bambaşka bir tartışma konusunu bizim gündemimize taşıdı. Noam Chomsky, Edward Said, Robert Fisk ve benzeri pek çok aydın 11 Eylül'ü şiddetle kınarken, terör bahanesiyle dünyanın en fakir ülkesinin kan gölüne çevrilmesini onaylamadıklarını da bildirmekten geri durmadılar. Garip olan, onlarla aynı görüşü paylaşanların, bizim ülkemizde, bazıları tarafından "Tâlibâncılık yapmak" veya "Bin Laden'e destek çıkmak" ile suçlanmalarıydı. Tartışma burada da durmadı ve bir aklıevvelin çabalarıyla, "Liberal-İslâmcı ittifakı bitti, liberaller tramvaydan indi" görüşü yaygınlaştırılmak istendi. Herkesin aynı düşünmesine, aynı lâfları etmesine, aynı kıyafetleri giyip, aynı marşları söylemesine dayanan bir 'birlik ve beraberlik' ideolojisi var Türkiye'nin; değişik görüşlerin yanyana yaşayabileceğine inananların beraber yolculuğa çıktıkları tramvaydan inmek, işte o ideolojinin kuyruğuna takılmak anlamına geliyor... 28 Şubat'ın puslu havasında 'aydın' olma sevdalarını garnizon kapılarındaki askılarda terk eden tipler, 11 Eylül sürecinden yararlanarak kendilerine yeni kapı yoldaşları aramaya başladılar. Tramvay edebiyatı o arayışın sonucudur. Ellerinin bütünüyle boş kaldığı söylenemez elbette; 'iktidar' aşermesine tutulmuş bazı tipleri etkilemeyi başardılar çünkü. Geçmişte 'tarihin sonu' efsanesine karşı çıkmış, tarihin bütün yolcularla birlikte yazılabileceği iddiasının altına imza atmış yolculardan bir-ikisi, 11 Eylül durağında tramvaydan indiler gerçekten... 'Tek-Tek', fareli köyün kavalcısının aldatmacasına kapılanların azlığını herkese göstermiş oldu. Ülkemizin yüzakı aydınlar, o zorlu ve çileli yürüyüşü, kendileri gibi zora ve çileye tâlip her kesimden başkalarıyla birlikte sürdürmeye kararlı göründüler programda... Terörün, bir yönüyle 'resmî terör' olan 'savaş' yerine, katılımcılık, hukuk ve adalet gibi kavramların geçer akça hale gelmesiyle işlevsiz kılınacağına inanmak elbette ayıp değildir. Tersine, mâsum insanları hedef alan uğursuz teröre bütün gücüyle karşı çıkarken, günahsız bebelerin hayatına kast eden saldırılara isyan etmek aydın olmanın asgari şartıdır. Avustralya asıllı ünlü gazeteci John Pilger, daha dün, İngilizler'in en çok satan ikinci gazetesi Daily Mirror'da, "Afganistan'a saldırı, Amerika'daki bir avuç gözü dönmüşün çıkarlarına hizmet eden sahte bir savaştır; teröre karşı savaşı yürütenlerin gizli gündemi var" diye yazıyordu. Her yeni gerçek, anlatılan yalanları doğru kabul etmeye hazırlar dışındaki huzursuz zihinleri, özellikle de sahici aydınları, etki alanına çekecektir. Türkiye'nin şanssızlığı, uzun soluklu koşulara tahammülü olmayan, temsil kâbiliyeti sıfır bir-kaç eyyamcıyı, tarihin kısa bir dönemindeki anlık doğru duruşları sebebiyle, bağırlarına basacak kadar saf bir kitleye sahip olmasıdır. Oysa, durmuş bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir; önemli olan, saatin her dakika tıkır tıkır çalışmasıdır... 'Teke-Tek' programındaki 'Cumhuriyet tartışması', saat gibi tıkır tıkır çalışan beyinler ile durmuş veya zembereği kopmuş olanları evlerimize taşıyıverdi. Aydınlık beyinler yüreğimize su serpti, gelecekle ilgili umutlarımızı artırdı; sevindik, gönendik, kıvanç duyduk... Buna şu sıralarda ne kadar da ihtiyacımız vardı, bilemezsiniz...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |