T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Hakem artık oyuna
müdahale etmemeli

Siyaset oyununa yeni kurallar eklemek sadece siyasetten değil toplumdan da el çektirir. Hakem sürekli bir takımın aleyhine diğerinin lehine bir çaba içine girerse oyun meşruiyetini kaybeder ve bozulur.

Türkiye gerçekten yeniden yapılanma sürecinde mi? Bir ülke hangi şartlarda yeniden yapılanma yoluna girer?

Bu ülkenin insanları hallerinden pek memnun gözükmüyorlar. Bunu tespit etmek için illa da anketler, derinlemesine mülakatlar yapmak, buradan istatistiki sonuçlar çıkartmak gerekmez. Üstelik bu memnuniyetsizliği doğuran iktidar ilişkilerinin yine kendi tabii seyri içinde değişebileceğine dair umutlar da zayıflamış görünüyor. İşte, şikayetlerden, eleştirilerden daha önemli olanı budur. Bir sistem kendi sorunlarına ilişkin yeni umutlar doğuramıyorsa orada bir meşruiyet krizi sürecine girilmiş demektir. Böyle bir durumda ortaya iki tercih çıkar: Ya toplum dağılır, ya da radikal bir dönüşümle kendini yeniden üretir.

Hangi seçeneğe daha yakınız?

Türkiye'nin mevcut sorunları tabii ki dağılmaya işaret etmiyor; fakat bu kriz sürecinin radikal bir dönüşüm doğurmaması için hiçbir sebep yok. Sorunlarımız dendiğinde iki ana başlık öne çıkıyor: Birincisi, ekonomiye dair. Verimli üretemiyor ve adaletli bölüşemiyoruz. İkinci ana başlık ise siyasetle ilgili. Türkiye'deki iktidar ilişkileri ne ölçüde bir toplumsal temsile sahip? Meşru addedilen siyaset alanının daraltıldığı ve aleniyete çıkmak isteyenlerin ancak belli bir biçimde görünme, söz söyleme haklarının bulunduğu, hatta samimiyetlerinin dahi sürekli bir ispata ihtiyaç duyduğu tespit ve eleştirilerine katılıyorum. Benim buna ekleyeceklerim şunlar olabilir: Meşru siyasetin elbette birtakım sınırları olur ve bunları hukuk belirler; ancak hukukun ötesinde şifahi olarak siyaset oyununa yeni kurallar ekleme, insanlara sadece siyasetten değil toplumdan da el çektirir. Bu futbol gibidir. Hakem sürekli bir takımın aleyhine diğerinin lehine bir çaba içine girerse oyun meşruiyetini kaybeder ve bozulur.

Bu durumda, oyuna girmeyi bekleyenlerin hakemin düdüğüne aldırmadan sahaya dalmalarında fayda var gibi görünüyor...

Bugün Türkiye'de sağda ve solda yer alan çeşitli merkezkaç güçler var. Bunların aleni siyasete dahil olmaları kendilerini nesnelleştirmelerini, toplumun bütününü dikkate alarak daha akılcı tezler geliştirmelerini ve elbette kamusallığın eleştirelliğinden nasiplenmelerini sağlar. Oyun dışında tutulmaları ise, subjektif bir iç retorik geliştirmeleri, fantastik bir hayali dünya kurmaları sonucunu verir. Bir toplumun siyasete ilişkin enerjisini tutarlı bir şekilde icrai alana kanalize etmesi, yasaklamalara ya da desteklemelere dayalı politikalardan geçmez; performansa dayalı kriterlerin egemen olduğu bir siyaset alanı ancak sorunların çözümünde etkin olabilir.

Yeniden yapılanma ihtiyacı yaklaşık 10 yıldır söyleniyor. Bunun şimdiye kadar tahakkuk ettirilememesinin sebebi nedir?

Yeniden yapılanma ihtiyacını dile getirenlerle iktidarı paylaşan güçler arasındaki derin ayrılık, bu işlerin söz düzeyinden uygulamaya çıkmasını engelliyor. Mevcut politik ve ekonomik yapılanma kendisine entegre olan çevreleri nemalandırıyor. Bu, diğerlerinin aleyhine bir kaynak transferiyle oluyor. Eleştirenlerle yapanların aynı yerde buluşamadıkları bir sistem var. Şimdi ekonomiye el atıldı ve yaygın deyimiyle siyasetle ekonomi birbirinden ayrılıyor. Bu çok abartılı bir iddia. Ekonomide söz hakkı olmayan siyaset kendi varoluş anlamını kaybeder. Aradaki bağın yok edilmesi ancak hayali komünal toplumda olur. ABD başkanlık seçimleri sonrasında son bir ayı kalan başkanın o makamı sembolik olarak doldurduğu söylenir ve kendisine icrai yetkisi zayıfladığı için 'topal ördek' denilir. Bu şekildeki tek yanlı düzenlemelerin bütün sistemi 'topal ördek' yapma tehlikesi ciddiye alınmalıdır.

Partileşen yenilikçi hareket ve partileşmesi beklenen birtakım merkez sağ ve merkez sol hareketler, "yeniden yapılanma" ihtiyacını ne ölçüde karşılayabilir?

"Yeniden yapılanma" diye belirtilen fikirler ve kararlar manzumesinin gerçekleştirilmesinde partilerin rolü önemlidir, daha ötesinde ise toplumsal elbirliği gerekir. Bu, herkesin aynı program etrafında saf tutacağı anlamına gelmez. Partiler, Türkiye siyasetinin baş aktörleri olsalardı, bu talebin hayli etkili bir fail bulmasını umut edebilirdik. Ancak, mevcut hali bir denge durumu olarak görüp muhafaza etmek için uğraşacak iktidar güçleri de vardır. Yeniden yapılanmayı tüm topluma mal etmek için siyasetin "serbest piyasası"nın işlemesi gerekir. Yeniden yapılanma yeni usuller, yeni yaklaşımlar gerektirir. Sadece zihni bir antrenman için söylüyorum: İnönü önderliğinde oluşturulmaya çalışılan sol hareket, sağ toplumsal kesimde yer almış ekollerle cemaatlerle ilişki kursa, görüşse, keza Erdoğan önderliğindeki hareket işverenlerle, bürokrasiyle, merkez, merkez-sol çevrelerle temas kursa toplumsal bütün adına daha gerçekçi bir referans çerçevesi oluşmaz mı!..

Yapılanma talebine karşı, TSK ya da genel anlamda asker- sivil bürokratik yapının da laik ve üniter yapının korunmasından kaynaklanan kaygılarının olduğu görünüyor. Bu bir çatışma durumu mu?

Bir dönem laikliğin tehlikede olmasından bahsedildiğinde, akla Refah Partisi gelirdi. Kamuoyu araştırmalarında her zaman Refah Partisi'nin çok katı bir hasım kitlesi görülürdü ve bunların oranı da yüzde 30'larda gezinirdi. Öte yandan, Refah'a karşı olan seçmenlerin bile ancak onda biri laikliğin tehlikede olduğuna inanırlardı. Hiçbir araştırmada laikliğin tehdit altında olduğuna inanan seçmen sayısını yüzde 3-4'ün üzerinde görmedim. Halkın kandırıldığı, laiklik düşmanlarının takiye yaptıkları gibi temalar, siyasetin analitik değerlendirilmesinde kullanılabilecek nitelikte değildirler.

Türkiye ölçeğinde "takiye" ile siyaset yapabilmek mümkün müdür?

Halka açık, aleni bir diskurla kendini ortaya koyan siyasal örgütlenmelerin, kendileri isteseler dahi takiye yapma şansları yoktur. Seçmenle kurdukları ilişki biçimi geri yansıyarak ideolojide ve pratikte onları formatlar. "Hukuk devleti" diyerek kendine seçmen kazanan bir siyasi hareketin yarın güç eline geçtiğinde "Özür dilerim, sizleri kandırdım, şimdi şeriat devleti kuruyorum" deme şansı olmaz. Türkiye pratiğinde "Siyasal İslam" olarak adlandırılan çevrelerin mahrem ve kamusal dilleri arasında bir fark vardır ve mahrem dil daha fazla İslami terminoloji ile örüntülenmiştir; ancak bu "şeriat özlemcisi" olmalarıyla değil, Türkiye'deki İslami damarın tarihselliğiyle açıklanabilir. Bugünün şartlarında İslamcı siyaset damarının ana aksı modern dünya ile daha entegre, Batı'daki eleştirel düşünceden beslenen, homojen İslam toplumu fikrine sıcak bakmayan bir konumdadır. Bununla birlikte, bütün partilerin cemaat içi konuşmalarına ait kasetler, tutanaklar aleniyete dökülebilse, herkesin şaşıracağı çok sayıda görüşe, iddiaya, rastlamak mümkündür.

Üniter yapı, gerçekten kaygılanılacak kadar tehdit altında mı?

Yine bazı saha araştırmalarından çıkarttığım bazı tespitleri aktarmak isterim. Etnik kökenini önemli bir kimlik unsuru olarak görenlerin sayısı, Türkiye'nin parçalanma kaygısına en fazla kapıldığı zamanlarda bile, o etnik kökenden olanların üçte birini geçemedi. Çok önemli bir başka husus şuydu: Kürt ulusçuluğunun aktif destekleyenleri olarak görülen iyi eğitimliler ve ekonomik güç sahibi çevreler, kültür ve kimliğe ilişkin ateşli taleplerde bulunurlarken, parçalanmayı ve ayrı bir devlet kurmayı gündeme getirmiyorlardı.

Bu durumda Kürtçülüğün ne olacağının Kürt sorununun geleceğiyle yakından ilgisi olduğu da ortaya çıkmıyor mu?

Sorun bu: Kürtçülük diye adlandırdığımız alan Türkiye siyasetinin bir parçası olacak mı yoksa oyun harici mi tutulacak? Oyun harici tutmak, kışkırtıcı bir cemaat içi dilinin duygulara dayalı bir kolektif fanteziyi güçlendirmesine izin vermek anlamına gelecektir.

Yeniden yapılanma çerçevesinde halihazırda en fazla öne çıkan girişim olan AK Parti'yi siyasette tayin edici bir güç olarak görüyor musunuz?

Tayyip Erdoğan'ın önderliğindeki siyasi hareket, Selamet-Refah-Fazilet çizgisinin politik ve toplumsal damarından geliyor. Ayrılma sonrasında Türkiye'ye ilişkin yeni bir siyasal kadastro gerektiği düşüncesi ve burada merkez-sağ diye adlandırılabilecek kesimlere dönük yeni bir temsiliyet iddiası çerçevesinde bir oluşum ortaya çıktı. Halihazırda seçmenlerin bu parti hangi yerde duracak, neleri dile getirecek konularıyla birinci dereceden ilgilendiklerini düşünmüyorum. Yerleşik siyasal kadrolar yaşadığımız krizin asıl sorumluları olarak görülüyor ve "yerlilik" teması üzerinden taşranın (toplumsal kesimler kadar ideolojik anlamda da taşralı olarak görülen değerlerin) sözcüsü, iktidar gücü olarak düşünülerek destek verilmeye hazırlanılıyor. Beklenti, Tayyip Erdoğan hareketinin üretime ve bölüşüme geniş yığınlar adına müdahale etmesi, uluslararası sermayenin tahakkümünden ülkeyi çekip çıkartmasıdır.

Bu siyasi hareketin ortaya çıkmasında iki önemli neden vardır. Birincisi, Selamet-Refah-Fazilet çizgisinin toplumsal temelindeki ayrışma. Bu ayrışmanın çok net sınırlara, açık bir dile, prensiplere sahip olduğu söylenemez; ancak temelde daha liberal, daha şehirli, modernleşmeyi daha fazla sorgulayan, İslami birikimi modernliğin getirdiği imkanlarla ve özellikle Batılı eleştirel düşünceler ışığında bir okumaya tâbi tutan bir çevre gitgide bu damarda daha fazla güç kazanıyordu. Bu kesim ağırlıklı olarak Erdoğan hareketine yakın durmuştur. İkincisi ise Erbakan'ın vesayetçi, otoriter iktidarının artık bu toplumsal kesim tarafından kaldırılamayışı ve reddedilişidir. Gerçekte Fazilet sonrasındaki kopuşta asıl etkili olan husus budur; çünkü ideolojik bir ayrılık söz konusu olsaydı, bugün Saadet Partisi'nde kalanların daha homojen bir ideolojik beraberliği olması gerekirdi ki böyle değildir.

"Değiştin mi" baskısından kurtulabilmek için Erdoğan'ın önündeki imkanlar nelerdir?

Erdoğan hareketinin değişime ve yeniden yapılanmaya dönük olarak örgütlenmesi bu talebi dillendirenlerin ve Türkiye'nin öncelikli sorunu olarak bunu görenlerin ilgisini artıracaktır. Bütün siyasi hareketler zaman içinde bir rüşt ispatı yaşarlar. Erdoğan hareketi de iddiaları ve uyandırdığı ilgi ölçüsünde sorunlu bir süreç yaşayacak, ürettiği cevaplar, mahareti, yeteneği ölçüsünde bir rüşt ispatı ortaya koyacaktır. Söylenecek çok söz var, ben sadece bir tanesini ekleyeyim izninizle: Yenileyicilik iddiasındaki yeni bir siyasetin en temel vasıflarından birisi tabu yıkıcılığıdır. Ancak başkalarına, ötekilere ait tabuları yıkmaktan daha önemlisi kendine ait tabuları yıkmaktır.


 
Prof. Naci Bostancı
Bürokrasi siyasetin bıraktığı boşluğu dolduruyor
Prof. Naci Bostancı
1957'de Amasya'da doğdu. AÜ, SBF'yi bitirdikten sonra İ.Ü. İktisat Fakültesi'nde lisansüstü eğitimini tamamladı. 1990'da doçent, 1996'da profesör oldu. 1984'den bu yana Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde görev yapıyor. Çok sayıda kitabı, çeşitli dergi ve gazetelerde de yazıları yayınlandı. Bostancı, "Bürokrasinin, konumu gereği referans çerçevesini seçmenler, sivil kesimler oluşturmaz. Fakat, politik aktörlerin sorunları çözmede yeterince performans gösteremedikleri ve insanların kurtarıcı talep etmeye başladıkları dönemlerde bürokrasi, alternatif bir siyasal güç biçiminde çalışmaya başlar" diyor.
3 Eylül 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED