|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Beş yılını dolduran bir profesörün maaşı 820 milyon lira. Ders ücretleriyle 1 milyarı ancak buluyor. Bir Doçent 500 milyon alıyor. Yardımcı doçent 400, Araştırma görevlisi 300 milyon alıyor. Bir rektörün maaşı, profesör maaşının üzerine makam tazminatı ilâvesinden ibaret. Yani azami 1.5 milyar civarında... Bu paraları döviz cinsinden ifade ederseniz, 250-1000 dolar arasında bir rakamda toplanıyor her şey. Üstelik sürekli aşağı düşen bir maaş bu. Bu paralarla bir bilim adamının ne ev geçindirmesi, ne mesleki anlamda kendini geliştirmesi, ne kitap alması, ne araştırma yapması mümkün. Üniversiteye belediye otobüsünde itiş-kakış gidip gelen bir bilim adamının kendini geliştirmesini düşünün bir, nasıl olacak? Bu vakıa, devlet üniversitelerinin içini boşaltıyor. Çünkü özel üniversetlerden bunun en az birkaç katını alan öğretim üyesi kapağı oraya atıyor. Uzunca bir süreden beri devlet üniversitelerinden özel üniversitelere doğru hızlanan bir akış var. Öyle ki, "gitmeyen, sanki talep edilecek bir niteliği bulunmayan kişi" olarak görülüyor. Yani bu akış, geride, devlet üniversitelerini başarılıların terk ettiği itibarsız bir kurum bırakıyor. Özel üniversitelere gidemeyen bir kısmı, özel başka işler buluyor. Üniversitedeki emeğinden çoğunu oraya vererek kendine, ilim hayatından uzak bir gündem oluşturuyor. Olan, üniversiteye eğitim için gelen ancak vakitleri başka yerlere satıldığı için danışacak hoca bulamayan öğrenciye oluyor. Ve bir de, üniversitelerin geleceği açısından bir facia söz konusu... Hocasının yaşadığı feci ekonomik-sosyal seviyeyi gören öğrenci için, ilim hayatının hiçbir özendiriciliği kalmıyor. Bu vakıaya bir de, ekonomik kriz sebebiyle araştırma fonlarının ortadan kalkmasını eklerseniz, üniversitelerin artık ilimden elini çekmesi gibi bir feci durum çıkıyor. Bu şartlar içinde, rektörlerin ayağa kalkmasını son derece tabiî görmek mümkün. Birisi bu feci durumu seslendirecekse bunun başını rektörlerin çekmesi de tabiî. Ancak garip bir durum var ortada. Rektörlerin birkaç günden beri yüksek sesle ifade ettiği sancı hemen hiçbir toplumsal yankı uyandırmıyor. İnsanların memur çığlığına, işçi çığlığına, çiftçi-üretici çığlığına belirli bir duyarlılıkla baktığı görülüyor, ancak rektörlere destek yok. Dün gazetelere baktım, olaya en duyarlı yaklaşan Cumhuriyet gazetesi, rektör toplantısını manşetin epeyce altında ancak iki sütun üzerine vermiş. Başlık "Rektörlere destek büyüyor" şeklinde. Ama haberi okuduğunuzda içinin çok da dolu olmadığını görüyorsunuz. Çünkü gerçekten iki açıklama dışında bir coşkulu destek yok. Yarın rektörler Ankara'da yürüse, eminim ki kimse balkona çıkıp da üzerlerine çiçek atmayacak, alkış tutmayacak. Neden böyle? Acaba halk bilimi vs'yi artık önemsememeye mi başladı? Herkes kendi derdine mi düştü? Yani "Ben zaten şunu alıyorum, bilim adamı benim aldığımdan da fazlasını alıyor, varsın geçinsin aldığıyla" demeye mi başladı? Yoksa başka bir şey mi var? Evet, sanıyorum başka bir şey var. İtibar kaybı... Geçen 4 küsur yılda yaşanan itibar kaybı. YÖK'le bütünleşen bir rektörlük makamı, üniversitelerin toplumsal itibarına da ciddi biçimde darbe vurdu. Kamuoyu yoklamalarında itibar sıramalarında üniversiteler alt sıralarda yer alabiliyor. Gürüz yönetimi üniversiteleri, sadece yasaklara, özellikle "başörtüsü yasağı"na endeksleyen bir çizgiyi benimsedi. Rektörlük makamı, neredeyse sadece Alemdaroğlu ismiyle bütünleşti. Rektör kıyımları, mevcut rektörleri, "YÖK'ün adamları" görüntüsüne soktu. "Fermanları onaylayan, fermanları uygulayan, zaten bugüne kadar da pek bilim kaygısı bulunmayan insanlar..." gibi görüldü rektörler... İşte bu sanıyorum, rektörlerin sesine toplumdan hiçbir olumlu yankı gelmemesinin sebebi... Yalnızları oynuyor rektörler. Bu yalnızlığın bir başka boyutu, YÖK uygulamalarının Cumhurbaşkanı, hükümet ve parlamento ile ilgisinde de ortaya çıkmış olmasıdır. YÖK Başkanı adeta tüm bu kurumlarla sorunludur. YÖK Başkanı, adeta görevden alınması mutlak zaruri iken, garip bir biçimde yerinde kalabilen bir insan durumundadır. Toplumla ve devletin cari kurumlarıyla ilişkileri böylesine sorunlu olan YÖK eksenli bir eylemin hiçbir duyarlılığı harekete geçirememesi gayet tabiîdir. Rektörler, gerçekten dramatik bir konum içindedirler. Üniversitelerin içinde bulunduğu durum ise, bilgi üretiminin en zaruri çağdaş atılım olarak değerlendirildiği zamanımızda, bundan daha dramatiktir. "Devlet reformu" ile birlikte bir üniversite reformunun zaruretinden bahsedilebilir muhakkak. Bunun içinde öğretim üyelerinin, onurlarına yakışır seviyede yaşamalarını sağlayacak özlük hakları da önemli yer tutar. Ama bunu, YÖK kafasıyla yapmanın imkânı yoktur. Bu kafa yapısı, belki o reformu da engelleyen bir nitelik taşıyor. Keşke rektörler önce, YÖK'ün özgürlükleri hoyratça yokeden statüsüne, uygulama biçimine karşı ayaklansalardı. Bilimsel alandaki tükeniş için ayaklansalardı. Öğrencileri kapılardan polis mariftiyle coplanıp kovulurken, falanca üniversitedeki öğretim üyeleri rektörler tarafından, rektör arkadaşları YÖK tarafından biçilirken ayağa kalksalardı...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |