|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün, Türk medyası, devletten beslenen bir yapıyı yansıtıyor. Aslında Türkiye'de medya diye bir şey kalmadı ya! Basının çok önemli bir bölümü Aydın Doğan'ın tekelinde. Kanserli hücreler temizlenmeden, tekel cürufu dağılmadan, basın yayın camiası sağlıklı bir yapıya kavuşamaz. Bugün, Türk medyası, devletten beslenen bir yapıyı yansıtıyor. Aslında Türkiye'de medya diye bir şey kalmadı ya! Basının çok önemli bir bölümü Aydın Doğan'ın tekelinde. Kanserli hücreler temizlenmeden, tekel cürufu dağılmadan, basın yayın camiası sağlıklı bir yapıya kavuşamaz.
Sahiplikte sınır
Aydın Doğan, hem Hürriyet, Milliyet, Gözcü, Posta ve Radikal'in sahibi. Hem onlarca dergisi var. Hem de iki ulusal kanalın (Kanal D ve CNN Türk) hisse çoğunluğunu elinde bulunduruyor. Batı dünyası, işte, buna izin vermiyor. Özellikle bir kişinin, iki ulusal kanalın birden sahibi olması veyahut günlük gazete tirajının % 20'sinden fazlasına hâkim olan bir grubun, aynı zamanda ulusal bir kanalın hisse çoğunluğunu elde tutması yasak.
Anap milletvekili Işın Çelebi, nedense yanlışı savunmakta veya gerçekleri gizlemekte ısrar ediyor. "% 20 izlenme oranı ile hem Show TV'nin hem Kanal D'nin sahibi olamazsınız" diyor. Ama, hem Kanal D'nin, hem CNN Türk'ün sahibi olabilirsiniz. Zaten amaç da, Aydın Doğan'ın bu fiili durumunu yasal bir zemine oturtmaktı. (Doğan, günlerdir milletvekillerini, bakanları, genel başkanları şahsen telefonla arayıp kulis yapıyor.) % 20 izlenme payına kadar, çok sayıda bölge televizyonu da tek elde toplanabilecektir. Bölge televizyonlarının yıllık ortalama izlenme oranları, düşük olmakla birlikte, özellikle seçim zamanlarında bölgede büyük tesirleri var.
Işın Çelebi halâ Fransa'da sahipliğin izlenme oranına göre sınırlandığı iddiasında. RTÜK'ün Uluslararası İlişkiler Dairesi Başkanlığı'nın resmi belgesine itibar etmeyip, Milliyet'in haberine dayanarak, kamuoyunu, maalesef yanlış bilgilendirmekte ısrarlı. Bir ülkede izlenme oranının ölçülmesi başka, izlenme oranına göre patronajın sınırlanması başka.
Banka merakı
Türkiye'deki medya patronlarının banka merakını ve kamu ihalelerine girme çabasını da unutmayalım. Medya sermayesinin batık hale gelmesi, bazı basın baronlarının hapse düşmesi bir tesadüf değil. Ertuğrul Özkök, geçenlerde, "TV'ler 400 milyon dolar gelir getiriyor, 800 milyon dolar gider var. Aradaki fark kara para" gibi bir şeyler yazdı. Aradaki farkın nereden geldiği meydanda. Daha dün açıkladık. İktisat Bankası sahibi Erol Aksoy'un, İktisat Bankası ve gene kendisine ait Trade Deposit Bank'tan kullandığı paralar, (nakdi ve gayri nakdi bütün krediler) 512 milyon doları bulmuş. Dinç Bilgin de Etibank'ı 400 milyon dolar bir yükle devlete devretti. Erol Aksoy kredileri, çoğunlukla bankasının Malta'daki şubesinden almış. Ben de, bir banka, niçin Malta'da şube açar diye düşünüyordum. Demek, Bankalar Kanunu'nun koyduğu, hâkim sermayeye verilecek kredi sınırı bu şekilde aşılabiliyormuş. Başka medya patronlarının da, Malta'da şube açan bankaları var. Kendi gazetelerinin hisse senetlerini almak için kurdukları, yabancı bir kuruluş gibi görünen holdingleri var. Borsa manipülasyonunda üzeri örtülmüş sabıkaları var.
Gazeteciler iş takipçisi
Türkiye'de basın yayın kuruluşları imkânlarının üzerinde yaşıyor. Lüks binalarda, çok masraflı bir işletme sistemi ile, faaliyetlerini sürdürüyor. Gelirlerini satıştan veyahut reklâmdan temin etmiyorlar. Yolsuzluktan veyahut devletten besleniyorlar. Bankacılık yapmalarının temel sebebi de bu. Sadece Dinç Bilgin ve Erol Aksoy'un 900 milyon dolar kredi borcu var kendi bankalarına. Kamu bankalarındaki hesapları bilmiyoruz. Medyanın bu ölçüde ticarileşmesi ve tekelleşmesi, basın emekçileri açısından da olumsuz gelişmelere yol açıyor. Bir kere, emeğin, bir gazeteden diğerine geçme imkânı sınırlanıyor. Çünkü gazete ve televizyon sahipleri, diğer işlerde ortak oldukları için, aralarında anlaşıyor, bir kuruluşun işten çıkarttığını diğeri almıyor. Ücretleri, elbirliği ile bastırıp, sendikalaşmayı yasaklıyorlar. Hükûmetle ilişkileri olduğu için, iktidarla uyumlu yazarları, hoşa giden kişileri, ancak istihdam ediyorlar. Gazeteciler "iş takipçisi" veya "tetikçi" konumuna düştü. Öncelikle vazifeleri, patronların Ankara'daki menfaatlerinin peşinden koşmak. Habercilik, ancak patronun çıkarına ilişmeyen noktalarda yapılabiliyor. Şimdi Kartel'in bir kanadı, Dinç Bilgin'in hapse girmesiyle, çöktü. Karamehmet Sabah'ı alacaktı. Rakip güçlenmesin diye, bu alış-veriş, Aydın Doğan'ın Dinç Bilgin'i desteklemesiyle yarım kaldı. Karamehmet çekildi. Bilgin gazeteye döndü. Sonra da cezaevine girdi. Şimdi Sabah çalışanları maaşlarını alamıyor. Gazete yavaş yavaş sönüyor. Tekel güçleniyor.
Cemiyet
Bütün gazeteciler, –patrona tetikçilik veyahut dalkavukluk yapmayanlardan söz ediyorum– RTÜK yasasına karşı. İşte Gazeteciler Cemiyeti'nin açıklaması: "Tasarı, özel radyo ve televizyon ortaklarının hem hisse sınırlarını arttıracak, hem de kamu ihale yasağını kaldırarak, bilgilendirme görevinin, yönlendirme işlevine dönüşmesini kolaylaştıracak bir içerik taşımaktadır. Bu tasarının, birden bire gündeme getirilmesini, yandaş sağlama girişimi olarak görüyoruz. Medya, siyasal iktidarın güdümüne girecektir. Kimi maddeler, Türkiye'nin AB üyeliğini zorlaştıracak hükümler içeriyor. Radyo ve televizyonların yanı sıra, yazılı iletişim organlarına getirilen para cezaları, caydırıcı olmak yerine, öldürücü tutarları öngörmektedir. Bu yaklaşım, Anayasa'nın (kamu, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayınlanmasını engelleyici veya zorlayıcı, siyasal ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamaz) kuralının da dolaylı delinmesi sonucunu doğuracaktır."
Star gazetesinde, Saygı Öztürk ve Umur Talû da RTÜK tasarısına karşı tavır koyuyor. Star'da Umur Talû "Maskeli yayıncılık sona erecek" diyenlere çok güzel bir cevap veriyor: "... Hasbelkader, rehin aldıklarını, kendilerinin birer uzantısı, karbon kopyası, kurşun askeri, tetikçisi gibi yontup, bir ülkenin ortak aklını peynir ekmekle yemek istiyorlar. Görmeyin. İşitmeyin. Gösterilen kadarla yetinin... Maskeliler, bugün sadece birer parmaktan ibaret, kukla saydıkları kimi milletvekillerinin marifetiyle, birer robota dönüşmüş, mesleklerinin özünü çiğneyen kimi gazetecilerin korosu eşliğinde, TBMM'yi, bir holding genel kuruluna dönüştürmeye çalışıyorlar. TBMM, egemenliğin, millete mi, yoksa maskeli egemenlere mi ait olduğunu iyi değerlendirmeli."
Ve Cumhuriyet'ten Yalçın Doğan: "... Gerçek iktidar medya patronlarına ikram ediliyor. Hem de bizzat iktidar eliyle. ... Elindeki TV ve gazete gücüyle, bir medya patronu sıkıysa, bir devlet ihalesini kazanmasın. Bu, medyanın devleti ele geçirmesinin taa kendisidir."
DSP milletvekili gazeteci Uluç Gürkan da, Meclis kürsüsünden doğruları dile getiriyordu: "Kamu ihalelerine giren bir medya kuruluşu, rakiplerini yayın yoluyla defterden silebilir, devlet görevlileri üzerinde baskı kurabilir. Medya bir kamu hizmetidir, bireysel çıkarlar odağında ticarileşmemelidir. Kamu yararı ve kişisel çıkarlar arasında var olan çelişkileri, kamu yararı lehine çözecek yasal düzenlemeleri yok ediyoruz. Medyayı, siyasetin de üzerinde, egemen bir kartel gücü olarak kendimiz örgütlüyoruz." 12 DSP milletvekili, Uluç Gürkan gibi düşündüklerini, onun önergesine destek vererek gösterdiler. (Bu 12 milletvekilinin ismi, bir DSP'li milletvekili tarafından, anında, Genel Kurul'da bulunan Hüsamettin Özkan'a iletildi.)
Oktay Ekşi
Tekel medyasında, RTÜK yasası aleyhinde tek satırın çıkmaması bir tesadüf değil elbette. Oradaki maskeli gazeteciler, yasayı eleştireceklerine, patron tetikçiliğine soyunmuşlar; kamu yararını, patronlarının çıkarına tercih ettiğim için bana saldırıyorlar. Arada bir doğruyu yazmaya kalkışanlar çıkıyor. Ertesi gün, onu da, susturuyorlar. Başyazar Oktay Ekşi, "patronlar kamu ihalesine girmesin; bu yanlıştır. Kitle iletişim organlarının sahiplerinin elindeki güç o kadar büyüktür ki, kamusal yarar, böyle bir yasağın sürdürülmesini gerektirir" diye yazdı (22 Mayıs 2001 – Hürriyet) Ertesi gün sözlerini geri aldırttılar: "Kimileri de, yasak koymak yerine, televizyonu çıkarı doğrultusunda kullananların cezalandırılmasını savunuyor." O, "kimilerinin" kim olduğunu tahmin edebiliyoruz.
İngiltere örneği
Belli ki, gazetelerini çıkarları için kullanıyorlar; ağır bir sansür uyguluyorlar. % 15 izlenme oranını örnek gösterdikleri İngiltere'de öyle mi ya! Murdock, hem The Times'in, hem Sunday Times'in, hem Sky TV'nin sahibi. Çin'de de bir kablolu yayın kurmak istiyor. Bu yüzden Hongkong'taki son İngiliz Valisi, Chris Patten'in Çin'i eleştiren kitabını yayınlamaktan kaçınıyor. The Times ve Sunday Times'in yazı işleri, patronlarını eleştiren bir bildiriyi gazetelerinde neşrediyorlar!!! Bir gazete patronunun Çin'deki çıkarları uğruna, düşünce hürriyetini tehlikeye atamayacağını beyan ediyorlar. İngiltere'den, "izlenme oranını" örnek alacağımıza, basın ahlâkını almaya çalışalım. Daha doğru olmaz mı?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |