|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Daha önce de yazmıştım; 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, televizyon ekranında "İnşaallah, bu saldırıların altından 'Müslüman' ya da 'Arap' parmak izi çıkmaz; aksi halde dünyanın geleceği Müslüman ve Arap kimlikli insanlar için çok zor ve tadsız olacak" demiştim. Bunu söylediğim anda, bu ihtimalin çok yüksek olduğunun farkındaydım. Farkında olduğum için böyle söylemiştim zaten… Fazla beklemek gerekmedi. Usame bin Laden, El-Kaide ve Taliban isimleri ortalığa saçıldı. 11 Eylül'ün ardında bunların 'sorumluluğu' ne kadardı? Tek 'sorumlular' bunlar mıydı; belli değil. Üstelik, muhtemelen 11 Eylül'ün 'sorumluluk alanı' bunları aşıp, çok daha geniş ve karmaşık bir alana yayılıyor. Ancak, 'sorumluluk alanı'nın genişliği, bu unsurların 'sorumluluğu'nu ortadan kaldırmıyor. 'Kanıtlar'ın yeterliliği ya da yetersizliği, 11 Eylül'ün ardından harekete geçen dinamiklerin önünü kesmedi. Dünya yeniden şekillenmeye ve belirsizliklerle dolu, tehlikelerle yüklü bir geleceğe doğru yol almaya başladı. Korkulan gerçekleşti. 21.Yüzyıl'ın belalı gelişmeleri 'İslam coğrafyası' üzerinde yoğunlaştı. Uzun yıllar boyu böyle kalacağı besbelli. Gelişmeler, ister istemez, 'Medeniyetler Çatışması'nın çerçevesi içine oturmak ihtimalini barındırdığı kadar, ondan da öteye, Müslümanlar'ın kendileriyle hesaplaşmasını da zorlayan boyutlar taşıyor. 'İkili' bir durum söz konusu. Bir kısım Müslüman (bunların bir bölümü İslamcı), bir 'Haçlı seferi' ile yüzyüze bulunulduğu algılamasıyla kendilerini fiziki, ideolojik ve teolojik anlamda bir 'savaş nizamı' içine sokuyorlar; önemli sayıda Müslüman ise bir 'iç hesaplaşma'nın eşiğinde dolaşıyor. Bunlar, ilkinin 'dışa dönük' ve 'savaş nizamı' içindeki hiddetinin aksine, daha derinlerde düşünmenin ve yeni bir 'kimlik tanımı'nın sağlıklı arayışı içindeler. İçinde yaşanılan günlerin heyecanından kendini sıyırmaya çalışan bir Amerikalı devlet adamı bu olguyu kendi dilince, "Amerikan hakimiyetinden nefret eden Ben Ladinistler ile sokağın ılımlı İslam'ı olarak niteleyebileceklerimiz arasında İslam'ın ruhuna ilişkin bir mücadele sürüyor" diye ifade ediyor. 2 Kasım tarihli New York Times'da yayınlanan 'Evet, bu İslam'a ilişkin' başlıklı makale aynı olguyu daha çarpıcı bir dille şöyle yansıtıyor: " Bu 'inanç'tan yola çıkarak Müslümanlar'ın bir hayli motive olmuş kuruluşları son 30 yıldan bu yana artan sayıda radikal İslami hareketlerde yer alıyorlar. Bu İslamcılar -siyasi projeler peşinde koşanlar anlamındaki bu sözcüğe, 'İslamcılar'a alışmalı ve bunu daha genel ve siyasi anlamda nötr olan 'Müslüman' sözcüğünden ayırdetmeliyiz- Mısır'daki Müslüman Kardeşler'i, Cezayir'de kana bulanmış İslami Selamet Cephesi ve Silahlı İslami Grup (GİA) savaşçılarını, İran'ın Şii devrimcilerini ve Taliban'ı içeriyor. Yoksulluk büyük yardımcıları, ve çabalarının ürünü paranoya. Kendi dışındakileri yani 'kafirleri ' Müslüman toplumların bütün kötülüklerinin sorumlusu olarak mahkum eden ve tedaviyi bu toplumları rakip proje olarak moderniteye kapamayı öngören bu İslam anlayışı, şu anda dünyada İslam'ın en hızla gelişen türü. Bu Samuel Huntington'un medeniyetler çatışması tezini tümüyle doğrulayan bir durum değil; zira İslamcılar'ın projesi sadece Batı'ya ve 'Yahudiler'e değil, ama aynı zamanda dindaşları İslamcılar'a da karşı. İşin retoriği bir yana Taliban ve İran rejimleri birbirlerinden nefret ediyorlar. Müslüman ülkeler arasındaki ihtilaflar, bunların Batı'ya karşı tepkilerinden bile daha derin. Ama ne olursa olsun, bu İslam anlayışının çok yaygın bir cazibesi bulunduğunu inkar etmek saçmadır." Büyük Alman düşünce adamı Hans Magnus Enzensberger de, '11 Eylül teşhisi'ne çok önemli bir boyut getiriyor. 11 Eylül'ün bir yönüyle tam anlamıyla 'küreselleşme'yi yansıttığına işaret ediyor: "Dünya piyasasındaki finans ve bilgi akımının ardından tüm dünyada ani çöküntüler, silahlar, bilgisayar virüsleri, yeni türde salgın hastalıklar, ekolojik felaketler, iç savaşlar ve kriminal suçlar görülmeye başlandı. Herhangi bir toplumun kendini bu sonuçlardan soyutlayabileceğini düşünmek bile absürd. Bu sonuçlardan biri de terörizm. Küresel faaliyet göstermeyen tek şeyin terörizm olması bir mucize olurdu…" Ama 'intihar saldırısı' biçimindeki 'terörizm'in bizim coğrafyamız üzerindeki etkisini ifade ettiği şu satırlar daha da can alıcı ve çarpıcı: "Karşılaştığımız tüm terör eylemlerinin ortak özelliği, aktörlerinin kendilerini de yok etmeyi amaçlamış olması. Bu yalnızca suikastçı gruplar için değil, haydut devletler diye nitelenen ülkeler için de geçerli. Bu tür diktatörlükler kendi gerçek ya da hayali düşmanlarını yok etmekten çok, kendi ülkelerini mahvetmeyi amaçlıyor. Bu alanda Almanlar'ın çoğunun kendisini desteklediğinden emin olan Hitler'in eline kimse su dökemez. Rusya'nın gücünün artık tükenip tamamen çökmesi için tam 70 yıl geçmesi gerekti. Irak kendi hazırladığı çöküşüyle gurur duyuyor… Kendi kendini yok etme üzerine kurulu bu mantık, ABD'ye yapılan terörist saldırılar için de geçerli. Çünkü bu saldırıların uzun vadede yol açacağı korkunç sonuçlarla karşı karşıya kalacak olan Batı değil, saldırının kendi adlarına gerçekleştirildiği bölgeler. Bu ise, milyonlarca Müslüman'ın büyük bir felaketle karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. İslamcılar, asla kazanamayacakları bir savaşı coşkuyla kutluyor. Bu savaşta acı çekecek olanlar yanlızca mülteciler ve göçmenler değil. Pekçok halk, sözümona temsilcilerinin eylemlerini, her tür adaletin ötesinde, müthiş bir siyasi ve ekonomik bir bedelle ödemek zorunda kalacak." Yoruma gerek var mı? Bu köşede neleri yazdığımızı hatırlayın ve niçin yazdığımızı anlamaya çalışın, yeter…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |