|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bunca keyifsiz hadisenin içerisinde bunaldığımız yetmiyormuş gibi, 1 aylık bir aradan sonra tatsız bir hikayeyle yazılarıma başlamayı istemezdim doğrusu. Ne var ki tarihe kayıt düşmek gibi bir sorumluluğumuzun olması, ister istemez aşağıdaki "tatsız hikaye"nin yazılmasını zorunlu kıldı. 5 ayı aşkın bir süredir Berlin'deyim. Geldiğim günden itibaren buradaki üniversiteli gençlerle Berlin Türk Şehitliği'de medfun bulunan Osmanlı Sefiri (meşhur "Muhayyelat" adlı eserin müellifi) merhum Giridli Aziz Efendi'nin (öl. 1898) vefat yıldönümünde -hiç değilse- mütevazi bir anma töreni düzenlemenin lüzum ve keyfiyeti üzerine konuşup durduk; sadece konuşmadık, aynı zamanda bazı hazırlıklar da yaptık, hemen eserlerini, hakkında yazılan makaleleri toplamakla işe başladık. Burada bulamadıklarımızı Türkiye'den getirttik. Maksadımız hem Almanca, hem Türkçe bir broşür hazırlayıp merhumu buradaki ahfadına tanıtmak; her nedense tanınamaz hale gelen -ne ilginçtir ki ilgisizlikten Şehitlik görevlilerinin bile tahmin etmekte zorlandıkları- kabri başında bir Fatiha okuyup Berlin'deki tarihimizin 30-40 sene evvel buraya çalışmak için gelen işçilerimizle başlamayıp en azından iki asır öncesine dayandığını vurgulamak idi. Giridli Aziz Efendi'nin vefat ettiği tarihten (29 Ekim'den) sonraki ilk Cuma'nın böyle bir anma töreni için münasip olacağına kanaat getirdiğimizden hazırlıklarımızı da buna göre yaptık. Bu hayırlı bir başlangıç olabilirdi; çünkü böylelikle burada aidiyet duygularını muhafaza etmekte güçlük çeken insanımıza yılda bir kere olsun ziyaret edebilecegi bir adresi gösterebilir; Yahya Kemal'in değişiyle, bizlerin "ölüleriyle yaşayan" bir millet olduğumuzu bir kez daha hatırlama/hatırlatma imkanına kavuşabilirdik. Bilincimizde kökleşmeye başlayan kırk senenin ezikliğinin yerini iki asırlık bir geçmisin mesuliyeti alabilir, tarihi olmayan bir "kimliğin" yaşama hakkı olamayacağı hakikatinden hareketle tarihin ibtidasında her zaman tesadüflerin değil, bazen şuurlu tercihlerin de bulunduğuna bu vesileyle işaret edebilirdik. Sağolsunlar, en nihayet, Berliner Studenten Verein'in (Berlin Talebeler Birligi) gayretli ve fedakar gençleri, kapağının üzerinde merhum Giridli Aziz Efendi'nin bir resminin bulunduğu bir broşür hazırladılar; bir sayfada hayatını, bir sayfada da eserlerini tanıttılar; biraz da bunu -belki ince bir ima olacak ama- "Yahu bu adam da kim?" gibi suallere daha az muhatap olacakları ümidiyle yaptılar. Geçtiğimiz Cuma Şehitlikte idik ve Cuma namazından sonra merhumun -önceden güç bela tayin etmiş olduğumuz- kabri başında Berlin'in üniversiteli gençleriyle birlikte bir Fatiha okuduk. Bu arada namazdan çıkmış olan cemaate yukarıda sözünü ettiğim broşürler dağıtıldı. Böylelikle cemaat arasından gelip tek tük dua edenler de oldu. "Bu hikayenin tatsız olan tarafi neresi?" diye düşünebilirsiniz. Onu da söyleyeyim: Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olan Berlin Türk Şehitliği Camii'nin imamından lütfedip bir dua etmesi ve namazdan önce cemaati de bu hayırlı teşebbüsten haberdar etmesi istirham olunduğu halde, "Biz çok dua ettik, siz kendi duanızı kendi aranızda yapın" yollu bir cevapla gençleri başından savması, tanıyanlarınca değilse bile benim için çok şaşırtıcı oldu. Çünkü Şehitliğin pislik içinde yüzdüğüne mi üzüleyim, becerisizlik yüzünden bir türlü tamamlanamayan Cami külliyesinin bir nevi kahvehaneye çevrildiğine mi yanayım; yoksa zaten düçar olduğumuz bu adam kıtlığında birşeyler yapmaya çalışan Berlin'deki bir avuç üniversite gencinin kabaca terslenip heveslerinin kursaklarında bırakıldığına mı? Doğrusu neye karar vereceğimi ben de bilemedim. Aslında, çıkışta caminin imamini "mercedes"ine binerken görünce, sorunun nereden kaynaklanmiş olabileceğini anlamakta geçikmedim degil! Lakin o güne değin, Diyanet İsleri Başkanlığı'nin yurt dışına gönderdigi imam-hatiplerde birtakım nitelikler aradığını; sözgelimi temsil kabiliyeti yüksek, kültürlü, bilgili ve duyarlı personeli görevlendirmek hususunda hassas davrandığını zannederdim. Yanılmışım. (Oysa ecdad başka ülkelere gönderdiği tacirlerinde bile (!) bazi nitelikler arardı.) 27 Aralık ise, Mehmed Akif'in vefat yıldönümü... Kimbilir belki de Berlin'deki Adlon Oteli'nin yetkilileri, I. Dünya Harbi sırasında otellerinde kalmış olan Milli Şairimiz için düzenlenmesi düşünülen anma töreni için böylesine hodgam bir tavır takınmazlar! Kim bilebilir ki? Burası Berlin!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |