|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kuzey İttifakı güçlerinin Kabil'e girmesi aslında başkentin "yeni Taliban"ın eline geçmesinden başka bir anlam ifade etmiyor. Amerikan uçaklarının ve akıllı füzelerinin gölgesi altında Kuzey İttifakı'nın Kabil'e girişi kadınların burkalarını çıkarıp atmaları, erkeklerin sakallarını kesmesi anlamına gelmesi isteniyorsa ABD yeni bir Taliban savaşını başlatacak demektir. Yeni Taliban savaşı, tıpkı beş yıl önce Kabil'e girişleri gibi çatışmasız şehirleri teslim eden Taliban'a karşı değil ABD akıllı füzelerinin gölgesi altında şehirlere tekbir getirerek giren İttifak askerlerine karşı yapılacak. Hatta gösterilmeye çalışıldığının aksine, bu savaşın Taliban baskısından kurtarılan Afgan halkına karşı yapılacağı bile söylenebilir. Sakal ve burka ile simgeleşen Afgan savaşının stratejik ve ekonomik boyutları bir yana, temel sorun; bir toplumun medeniyet dönüşümü, değerler sistemi ile yabancı ve güçlü bir gücün sahip olduğu değerler sistemi arasındaki uyuşmazlık ekseninde ortaya çıkıyor. Taliban'a karşı açılan savaşın (en azından bir) amacı Afganlar'ın sakal kesme ve burka çıkarma "özgürlüğü"ne kavuşturulmalarıysa, bu savaşın iktidar değişimiyle bitmeyeceği anlamına gelir. Ya yeni iktidarlar eliyle halk adam edilecek, akıllı füzelerin gösterdiği akıl yolunda ilerleyecekler ya da daha önce iktidarı denenmiş Taliban kadar "Zealot" sayılması gereken Burhaneddin Rabbani yönetimine karşı yeni cephe açılacak. Savaşın başından itibaren Zahir Şah formülünün gündeme getirilmesi, toplumun "Herodian" yöntemle ele geçirilmesinin öngörüldüğünü ortaya koyuyor. Zealot ve Herodian tavır
Ünlü tarih felsefecisi Arnold Toynbee'nin tam bu noktada Afganistan örneğinde yaptığı çözümlemenin medeniyet dönüşümü çerçevesinde Afgan savaşının nereye oturduğunu, en azından, yüzyılın en önemli düşünürlerinden birinin gözüyle Batı açısından ne anlama geldiğini anlamamıza yarayacak kavramlar sunuyor. Toynbee bundan yarım yüzyıl önce Afganistan'ın durumunu Herodian ve Zealot gibi iki temel kavramla açıklamaya çalışıyor. Zeolot tavır, geleneğin içinde hapsolmuş, düşmanına tepkileriyle karşılık veren, bilinmeyenden kaçan bir tepkidir. Aslında Toynbee'ye göre Zealotluk, dış zorlama ile eskinin dirilmesidir. İngilizler'i iki kere bozguna uğratan Afganlar'ın tepkisi bu türden bir tepkidir. Afganlar ya değişimi, yeniliği temsil eden üstün donanımlı düşmanlarının yolunu taklit edecekler ki bu Herodian tavır olarak tanımlanıyor, ya da yok olup gidecekler. Toynbee Batı'nın gözüyle sanki bugünü tarif ediyor gibidir. Ancak tepkici, eskiye sığınmış, yeniliğe kapalı Zealotçuluk'tan vazgeçip Herodian tavrı benimsemek kurtuluş anlamına gelir mi? Temel soru, bu değişimin üstün düşmanın medeniyet havzasında yer almasını sağlamaya yetip yetmeyeceğidir. Bu noktada Toynbee, İslam dünyasında en başarılı Herodian örnek olarak gösterdiği Türkiye için "medeniyet hazinemize ne katkısı olabilir?" şeklinde soru ile cevap veriyor. Ona göre, "yok olmaktan kurtulan nadir Zealot'un sonu ölmüş bir medeniyetin fosili" olmaktan başka bir şey ifade etmiyor. Herodian tavır ise taklitci olması nedeniyle, taklit ettiği medeniyetin içinde eriyip yok olmaktan başka bir umut vaat etmiyor ünlü düşünür açısından. Bu kavramsallaştırmanın Müslüman toplumların durumunu açıklamaya ne kadar elverişli olduğu tartışmalı olsa da belli bir gerçekliğe tekabül ettiği açık. Ne fosil ne mukallit
Bir toplum kendi kültür ve medeniyet havzasının içinde gelişir. Hobsbawm'ın deyimiyle "geleneğin/i yeniden keşf" ederek yenilenerek başka medeniyetlerle temasa geçmekten kaçınmazsa açılım kazanır. Müslümanlar arasında Batı ve modernite ilişkileri açısından Toynbee'nin kavramsallaştırdığı her iki tavrın da örneklerini bulabiliriz. Ancak her ikisinin de başarılı olmadığı açık. Bu anlamda Toynbee haklı. İslam dünyasındaki dinamizmi bu iki kavramında da izah etmeye yetmediği de bir başka gerçek. Pekçok Batılı'nın da görmediği bir husus, beklentilerin aksine, İslam medeniyetinin sanıldığı gibi ne fosilleştiği ne de "üstün medeniyet"in içinde eriyip yok olmadığıdır. Afgan operasyonu, Taliban gibi donmuş, yaşadığı dünyanın farkında olmadığı gibi İslam medeniyetini kavramaktan aciz bir anlayışı İslam adına temsil makamına oturtup kendi medeniyet krizini buraya taşımasından ibarettir. İslam dünyasının entelektüel anlamda, yaşadığı dünyayı "tanıma ve tanımlama" anlamında kendini ait olduğu jeo-kültürel haritayla sınırlamadan dünyaya ilişkin yeni şeyler söylemeye başladığı dönemde ABD'nin İslamı Taliban örneğine sıkıştırması anlamlıdır. Ne içine kıvrık, toptan dışlayıcı tavır ne de kendi değerlerine güveni kalmamış taklitçi tutumlar yeni dönemde İslam dünyasını tanımlamaya yetmiyor. Global McCarthyizm'in yeniden hortlatılmasının ardındaki niyet, kendine güveni olan, yaşadığı çağa ilişkin söyleyeceği olan, Batılı kadar Batı'yı tanıyan Müslüman dünyasındaki yeni oluşumlara karşı duyulan kuşku ve korku olsa gerek.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |