T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kabil'in düşüşü: Zalim-mazlum farkı

Afganistan başkenti Kabil'in aniden Kuzey Ittifakı güçlerinin eline düşmesi, 'askeri tarih' açısından ilginç bir 'dipnot' oluşturdu. Askeri tarihçiler, Afganistan'daki askeri harekatı yürüten Amerikalı yetkilileri bile şaşırtan biçimde ve 'Taliban sonrası Afganistan yönetimi'ne yönelik siyasi girişimleri birdenbire 'avlayan' bu sürpriz gelişmeyi yorumluyorlar. Örneğin, dönemimizin ünlü askeri tarihçisi John Keegan, Kabil'in düşüşünü, 1898 Omdurman Savaşi'nda 'askeri talih'in birdenbire Sudanlılar'ın aleyhine dönüp, başkent Hartum'un Lord Kitchener komutasındaki İngilizler'in eline geçmesiyle kıyaslıyor. Yakın geçmişle ilgili karşılaştırmalarda, 1975'te Amerikan desteğindeki Güney Vietnam ordusunun aniden çöküp, başkent Saygon'un Kuzey Vietnam ordularına açılması ve 1991'de Saddam Hüseyin'in Irak ordusunun 'Savaşlarin Anası'ni kaybederek teslim olmasıyla, Bağdat yolunun açılıvermesi hatırlanıyor.

Kabil'in düşmesiyle, Afganistan başkentinde ve ülkenin yarısından fazla bir bölümünde Taliban rejimi ortadan kalktı. Eğer, 'Taliban'ın başkenti' olarak nitelenen güneydeki Kandehar da düşerse, -ki, kimi haberlerde eli kulağında olduğu öne sürülüyor- Taliban'ın diktatörlük rejimi, modern tarihte görülmemiş bir süratte çöken rejimler arasinda ön sıralarda bir yer kapacak.

Aslında, Kabil'in düşüşü, Taliban'ın çöküşü ile eş anlamlı. Amerikalılar'ı, tüm dünya kamuoyunu ve hatta Kuzey İttifakı'nın kendisini dahi şaşırtan bir hızla Taliban'ın fazlaca direnmeden, Afganistan başkentini terkedip, 'kendi başkenti' Kandehar'a doğru çekilmesinin sadece 'askeri anlamı' yok. Kabil'in düşüşü, Taliban'in çöküşünde; ikincisinin özelliklerinden kaynaklanan 'yapısal sebepler' söz konusu.

Söz konusu 'yapısal sebepler'in önünde, Taliban'ın Afganistan'da nasıl iktidar olabildiği ve İslam'ın uluslararası imajını zedeleyen bir garip baskı rejimini nasıl oluşturabildiği geliyor. Taliban, uzun yıllar Sovyet işgali ve ardından yine uzun yıllar iç savaşta bitap düşmüş bir ülkede 'taze kuvvet' görüntüsüyle sahnede belirmişti. Bu, nasil ve niçin iktidara gelebildiğinin 'iç zemini'ni anlatıyor.

'Dış zemin' ise, uluslararası güç dengeleriyle açıklanabilir. Amerika'nın Asya alt-kıt'asıyla Sovyetler'in çekilmesinden sonra ilgisini büyük ölçüde kestiği ve bıraktığı boşluğu, kendi müttefikleri olan Pakistan ve Suudi Arabistan'ın doldurmasına 'yeşil ışık' yaktığı bir 'uluslararası iklim'de, bu iki ülkenin besleyip büyüttüğü ve yetiştirdiği Taliban'ın Afganistan'a egemen olması mümkün olabilmişti.

2001 yılında, Taliban'ı Afganistan'da tutan 'iç zemin' pek zayıflamış, 'dış zemin' ise 11 Eylül 2001'-den sonra neredeyse hiç kalmamıştı. Taliban'ın ani ve süratli çöküşünü asıl anlatacak olan işin 'iç zemin'le ilgili kısmı.

Taliban, 1996'da Kabil'e girdiği vakit, Afganistan başkenti, üç yıllık bir iç savaşta 50 bine -evet 50,000- yakın insanı yitirmişti. Bu rakamın 20 binden fazlası üç yıl süren kuşatma sonucunda gerçekleşmişti. Pakistan'ın Peşaver şehrinde (tıpkı Taliban gibi) oluşan Peştu ağırlıklı (tıpkı Taliban gibi) Hizb-i İslami'nin lideri ve bir dönem Kabil'de Başbakanlık koltuğuna da oturtulan, Pakistan-S.Arabistan desteğindeki Gülbeddin Hikmetyar (şimdi Iran'da sığıntı), başkent Kabil'i üç yıl roket ve top ateşiyle dövdü. Hikmetyar ve Hizb-i İslami'nin 'Kabil kuşatmasi'nın, Sırplar'ın Saraybosna kuşatmasından hiçbir farkı yoktu. Her iki kuşatmada ölen masum Boşnak Müslüman sayısı ile masum Afgan Müslüman sayısı karşılaştırılabilir durumda.

Dikkate değer bir ayrıntı, Hikmetyar'ın Hizb-i İslami militanlarının önemli bir bölümünün Kabil yolunda Taliban'a iltihak etmiş olması. Ne de olsa, beslendikleri kaynak aynıydı: Peşaver'deki medreseler…

Uzun iç savaş yıllarında birbirlerini ve halkı kıran, daha önceleri Sovyet işgaline karşı epey kırılan eski Tacik, Özbek ve Hazara mücahidlerinin terkettiği alanlarda kurulan Taliban rejimi, devraldığı 'kaos'un ardından, ister istemez, bir 'nisbi istikrar' sağladı; ama bu 'özünde' karanlık bir baskı rejimi oldu. Kabil'de ahalinin Taliban şehri terkeder terketmez berber dükkanlarına koşup sakal traşı olmalarının ve derhal yastıkaltından kasetleri çıkarıp müzik dinlemeye başlamalarının 'simgesel anlamı', Taliban'ın niçin bu kadar çabuk ve kolay çöktüğünün en çarpıcı göstergesidir.

Zulüm, zulümdür. İster faşist veya nazi olsun, ister komünist karakterli, ister başka 'izm'lere hatta 'fıkıh'a dayandırılsın; sıradan insanlar açısından farklı algılanmazlar ve üzerlerinden 'zulmün kara şemsiyesi' kalktığı zaman, ilk yaptıkları 'özgürlük oksijeni'ne koşmaktır.

Zalimin zulmünün altı da çürük olur. Zalimler, kendilerinden daha büyük 'askeri güç'e dayanamazlar. Taliban, bu yüzden kaybetti. Ancak 'mazlumlar' kendilerinden daha büyük 'askeri güç'e direnebilirler. Saraybosna, bu nedenle boyun eğmedi. Filistin halkına, ne yapılırsa yapılsın, bu nedenle boyun eğdirilemiyor.

Kabil'in böylesine ve bu kadar süratle düşüşü, bir yandan bunu bu kadar çabuk beklemeyen herkes için Taliban zulmünün derecesini sergilemesi yönüyle; diğer yandan da her yönüyle üzerinde önümüzdeki uzun yıllarda derin düşünülmeyi davet eden dersler taşıyor.

Düşünmek ve anlamak isteyenler için tabii…


15 Kasım 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED