T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ulusal-devletçi refleks ve küresel düşünmek

Toprağı bol olsun K. Marx "insan, dünyaya içinde gömülü bulunduğu toplumun buğulu gözlükleriyle bakar " demiş.

Marx'ın bu sözü benim çok hoşuma gider. Marx bu sözle çok önemli bir gerçekliğe işaret etmektedir.

Bu sözün işaret etmek istediği nokta şu: İnsanlar sosyal varlıklardır; yetiştikleri ortamın genel özellikleri onların dünyaya bakışlarını, zihniyet ve tutumlarını belirler. Hiçbir kimse yetiştiği ortamın kendisi üzerindeki etkisinden bağımsız olamaz ve başka türlü bir bakış kazanamaz.

Biraz daha açacak olursak, köy ortamında yetişmiş bir kişi köylük şartlara göre, büyük şehirde yetişmiş bir kişi de şehir şartlarına göre bir bakış kazanır. Yaşadığı mekanın sorunları, öncelikleri, toplumsal ilişkileri onun üzerinde derin izler bırakır. Bu çağda yetişmiş birinin iki asır önceki insan gibi düşünmesi, dünyaya iki asır öncesinin insanı gibi bakması imkansızdır.

Geçen hafta takip ettiğim bir uluslararası sempozyumdaki bazı tebliğlerde küreselleşme olgusuna karşı ortaya konulan ulusal-devletçi refleksleri anlamaya çalışırken Marx'ın bu sözünü bir kez daha hatırladım.

Küreselleşmenin yanında ve karşısında olmak mümkün

Son yıllarda geniş tartışmalara yol açan küreselleşme olgusunun farklı gerekçelerle değişik değerlendirmelere konu olması gayet normal. Yani küreselleşmenin lehinde veya aleyhinde bulunmak mümkün. Hem lehte bir duruş sergileyenlerin, hem de karşı kutupta saf tutanların makul ve mantıklı bir- takım argümanları var. Neticede bu bir tercihtir ve lehte veya aleyhte olanların tercihlerine saygı göstermek gerekir. Zaten mesele bu değil.

Mesele küreselleşme karşısında tutum ve duruş belirleyenlerin bu tutum ve duruşlarında hangi faktörlerin etkili olduğudur.

Beni şaşırtan husus, İslam gibi evrenselliği yani belli bir ulusu, bölgeyi, coğrafyayı ve etnik grubu aşan bir yapıya sahip bir tecrübeden gelen, İslam'ın evrensel kaynaklarından ve aşkın değerlerinden beslenen düşünürlerin, bilim adamlarının küresel düşünceye, küresel sisteme, küreselleşmeye karşı bir tutum göstermeleridir. İslam kaynaklarından ve aşkın değerlerden beslenen, İslam tecrübesinden gelen düşünürlerin ve bilim adamlarının ulusalcı ve ulusal-devletçi refleksleri aşmış, küresel düşünebilen kişiler olmaları beklenir. En azından beslendikleri düşünce kaynağı ve tarih tecrübesi onların ulus-devlet sınırlarının dar çerçevesine haps olmamalarını gerektirir. Ama gerçek durum bu değil.

Evrensel İslam değerleri ve tarih tecrübesini önemsemeyen ve buralardan beslenmeyen düşünür ve bilim adamlarının ulusal-devletçi sınırlara haps olmaları, küreselleşmeye karşı olumsuz safta yer almaları, dünyadaki gelişmeyi doğru dürüst okuyamayıp "herkes bize düşman", "bizleri bölüp parçalayacaklar" paranoyasıyla kendi yerlerini tahkime yönelmeleri anlaşılmaz bir durum değil. Yerel ve ulusal değerlerden beslenenlerin küresel düşünmeleri elbette mümkün değil.

Ama evrensel değerlerden ve tarih tecrübesinden beslenip ulusalcı ve ulus-devletçi düşünmek, küreselleşme karşısında saf tutmak gerçekten anlaşılması zor bir durumdur.

Düşünürler küreselleşmeye niçin karşı?

Ben kendi adıma bu durumu, yazının başına aldığım Marx'ın sözünün anlattığı gerçeklikle açıklamaya çalışıyorum. Evet İslam'ın evrensel ve aşkın değerlerinden beslenmiş olsa bile hepimizin zihni ulusalcı ve ulus-devletçi bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Aldığımız eğitim, yaşadığımız sosyal hayattaki ilişkiler, içinde yer aldığımız siyasal ve toplumsal mücadeleler hep ulusalcı ve ulus-devletçi bir refleksin oluşmasını sağlamıştır. Zaten başka türlüsü de olamazdı. Biz hepimiz İslam'ın evrensel değerlerini ve aşkın ilkelerini yerel ve ulusal bakışla işselleştiriyoruz. Ulusal reflekslerle anlıyor ve anlamlandırıyoruz.

Hatta aşkın ve evrensel İslam değerlerini örtük bir pozitivist ve materyalist zeminde anladığımızı bile söylemek mümkün. Bilhassa akademik zevatın İslama ilişkin yazılarına ve yorumlarına bakıldığında materyalist-pozitivist zeminin daha bir netlikte ortaya çıktığını söylemek mümkün.

Son yıllarda özellikle tasavvuf, mistisizm ve sufilik üzerindeki tartışmaları bir hatırlayalım. Anadolu İslamı, Türk İslamı gibi tartışmalarda hakim ana unsur ulusalcılık ve ulus-devletçi bir refleks değil midir?

Kim olursa olsun bir metni, bir cümleyi, bir ilkeyi içinde yaşadığı toplumsal ortamın genel özelliklerine göre anlar ve yorumlar. Hepimiz laik, ulusalcı, materyalist ve ulus-devletçi bir eğitimden geçtik. Devamlı bu yerel ve ulusal değerlerin yüceltildiği bir toplumsal ortamda yaşıyoruz. Neticede bu ortamdaki insanların, İslam'dan ve tarih tecrübesinden beslenmiş olsa da yerel ve ulusalcı düşünmekte, önceliklerini ve tercihlerini yerel ve ulusalcı değerlerlerden yana ortaya çıkmaktadır. İslam tecrübesinden beslenen düşünür ve bilim adamlarının yerel ve ulusalcı sınırları aşarak evrensel ve küresel tercihlerden yana olmaları, sadece geleneğin yüklediği bir zorunluluk değil aynı zamanda dünyanın gidişini doğru okuma ve buna göre tavır alma sorunudur.


15 Kasım 2001
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED