|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ben hep öyle algılamışımdır: Ramazan şaşırtmayan bir şaşırtmaca içerir. Şaşırtmaz, çünkü beklenmeden gelmez, geleceğini, haftalar, aylar öncesinden bildirir. Üç ayların başlangıcı ve devamı süresince vuku bulan kandil geceleri birer haberci olarak zuhur eder. Hayır, bir baskınla gelmez Ramazan, geleceğini haber vererek gelir. Buna rağmen gelmesi gene de bir şaşırtıcılık içerir. Çünkü o geldiği andan başlayarak günlük alışkanlıkları değiştirerek rutini alt üst ederek işe başlar. Artık bir önceki günün alışkanlığını terketmek zorunda bulunduğunuzu bilirsiniz. Yemek düzeni değişmiştir. Çoğu kişinin iş düzeni değişmiştir. Bazılarının dediği gibi, yemek öğünleri gündüzden geceye yer değiştirmiş olsa da, önemli olan o yemeğin yenilip yenilmemesi değildir, önemli olan o alışkanlığın parçalanmış olmasıdır. Ben, bir şeye şaşıyorum: nasıl oluyor da, rutini böylesine alt üst eden günlerin bir edebiyatı yapılmamıştır. Ramazan üzerine yazı yazmaktan, onun kutsallığı üzerine fikir dermeyan etmekten söz açmıyorum. Ramazan günlerini içselleştirmiş bir edebiyatın var olmadığından söz ediyorum. Ramazan veya oruç, bazı öykülerde veya bazı romanlarda bir süs olarak, bir tabiat manzarası olarak yer almış olabilir. Fakat bu durum dışsal bir olaydır: olaya dışından bakmakla elde edilen bir söylemdir. Bir romanda, bir öyküde, olayların beklenen kurguları içinde, kendi mantık örgüleri doğrultusunda gelişmelerini sürdürürlerken, araya Ramazan'ın girmesiyle vuku bulan değişmenin beklenen gelişmeleri etkilemesi durumu.. işte bu durumu anlatan, bu durumu içselleştirmiş olan bir öykümüzün veya romanımızın bulunmadığını ileri sürüyorum. Bu durumu gereğince algılamak gerekiyor. Olay, yağmur yağdı böyle oldu türünden, öykü veya roman örgüsüne dışardan yamanmış bir fenomenin eklemlenmesi durumu değil. Ramazan'ı soyutlama, onun kutsallığını dile getirme gibi durumları hedef almıyorum. Müslümanlar'ın yaşadığı bir ülkede, Müslümanlar'ın gündelik hayatları sürerken Ramazan'ın başlamasıyla bu hayatta vuku bulan ve fakat bir değişikliğe müncer olan bir durum.. Aynı şey kurban için de söz konusu edilebilir. Kurbanın merhamet duygularımızı nasıl uyandırdığının dile getirilmesi değil murad edilen: merhamet, anlatılan olayda kendiliğinden içkin bulunmalıdır, fakat soyutlanmış olarak o merhamet duygusu, kurbanın anlamı ve önemi üzerine düzenlenmiş bir söylem değil benim dediğim. Kurbanın içinde bulunduğu, sarmalın bir örgüsü kurban veya Ramazan tarafından örülmesini sürdürürken, diğer örgünün kendi düzlemindeki işlevini ikmal etmeye devamı.. Köy romanı diye anlatılan çoğu roman da, şimdi değindiğimiz yanlışlıktan dolayı çiğ ve yavan kalmıştır. Köy, belki de o köyden çıkmış olan yazar tarafından anlatılmaya teşebbüs edilmiştir, ama bakış dışardan ve dışarlıklı bir bakıştır, "yaban" ve yabancı bir bakıştır. Bir hekimin hastaya bakışı türünden bir bakıştır. Bu bakış iyileştirici olabilir, ama o, bir romancının bakışı değildir. Bu bağlamda, köy romanı gibi Ramazan ve Kurban romanı ve öyküsü de henüz yazılmamıştır diyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |