|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ünlü bir televizyoncumuz, yıllarca yaşadığı ve Amerika'nın Sesi radyosunda memurluk da yaptığı halde, 11 Eylül sonrasında indiği Kennedy Havaalanı'nda iyi muamele görmediğini ekranda kendisi anlatmıştı. Sonradan, yere yatırılıp üzerinin arandığını, 40 dakika sorguya çekildiğini öğrendim... Aynı havaalanına indim ve daha önceki gelişlerimden farksız, kısa ve nâzik bir muamele ile ABD'ye giriş yaptım. Bu deneyimin bence anlamı şu: Eylemci olarak tâkibata uğramış, yargılanmış kişilerle ilgili fişleri Türkiye ABD'nin kullanımına sunmuş... Hani, değişik zamanlarda "Yırttık, yok ettik" diye ilân edilen fişler vardı ya, işte onları... "Havaalanlarında güvenlik tedbirleri artırıldı" diye gazetelerde okuyorsunuz; herhalde artırılmıştır, ama ben hissetmedim. Yurda dönmek üzere çıkışı da Kennedy Havaalanı'ndan yaptım; daha öncekilerden pek az farklı tedbirlerle karşılaştım. Daha önceden, el çantamdaki dizüstü bilgisayarımın düğmesine basarak çalışıp çalışmadığını göstermemi isterlerdi; bu defa, bilgisayarın etrafında dolaştırılan manyetik bir kâğıdı bir âlette ölçüp açma-kapama işlemini sonra yaptırdılar... Fark o kadar. ABD'de havaalanları güvenliğinden özel bir firma sorumlu. Bir hafta önce, Şikago'da, üzerinde silâh taşıyan biri röntgen cihazlarını atlatmayı becerince şirketin başı derde girdi. Daha sıkı tedbir uygulama vaadinde bulundu şirket. Bir gelişme daha oldu: Şirketin yönetim kurulu başkanı görevini bıraktı... İyi bir davranış... Eğer 'resmî görüş' doğruysa, 11 Eylül eylemleri büyük bir istihbarat boşluğunda gerçekleşti; CIA ve FBI gibi kurumların başında bulunanların, geleneklere göre, koltuklarını kaybetmeleri gerekirdi... Güvenlik konusunda hata yapan şirketin başkanının istifasını anlıyorum da, CIA ve FBI başkanlarının 11 Eylül sonrasında görevde tutulmalarını anlamakta zorlanıyorum... Bir not da şu: Şikago'daki olaydan hemen sonra, yönetimin, havaalanlarında güvenliği daha iyi sağlamayı amaçlayan bir teklifi yasalaştırmaya çalışacağı duyuldu. Yapılan araştırmalar, havaalanlarında en sağlam güvenliğin özel şirketler tarafından sağlandığına işaret ettiği halde, yasa, o görevi devlete bırakmayı amaçlıyormuş... Giderken şahsen tedirgin değildim, ama beni yolcu eden dostlarım benim nâmıma endişeliydiler. Amerika'nın eski Amerika olmaması dolayısıyla fazla da haksız sayılmazlardı. Nitekim, ben New York'tayken, ABD-Rusya zirvesini izlemek üzere Teksas'a giden el-Cezire televizyonu Washington muhabiri Mohammad al-Alami, basit bir bahaneyle, Waco Havaalanı'nda gözaltına alındı ve içeride bir kaç heyecanlı saat geçirdi. Aynı gün, bir Amerikan füzesi de, aynı televizyonun Kabil'deki merkezini berhava etti... Dönüşte bindiğim THY uçağı Airbus'un en büyük modeliydi; bir kaç gün önce Dominik Cumhuriyeti'ne gitmek üzere New York'tan kalktıktan kısa süre sonra Queens semtine düşen American Havayolları uçağının aynısı... Artık uçakla seyahat eskisi kadar rahatlıkla göze alınamıyor. Hele, "Zaten bu tip uçaklar hep sorun çıkartıyor" tipi açıklamalar yok mu, insanın bütün huzuru kaçıyor. Arada koca bir Okyanus olmasa, bir kaç aylık gemi yolculuğu dışında alternatifi bulunsa, eminim, çok kişi alternatifini yeğleyecektir... American Havayolları'nın 587 sefer sayılı uçağının düşmesi, tahmin edeceğiniz gibi, ilk önce başka bir gerilime yol açtı. "Uçak" sözcüğü, özellikle ABD'de, akla otomatik olarak 'terör' kavramını getiriyor. Bu sebeple olacak, Amerikan Hava Güvenliği Bürosu (NTSB), olaydan hemen sonra, "Terör eylemi değil, mekanik bir ârıza" açıklamasını yaptı. Sonunda, 260 kişinin hayatını kaybettiği kabahatin faturası, kısa süre önce kalkan Boeing 747 tipi bir uçağın sebep olduğu türbülansın kuyruğu kopartmasına çıkartıldı. Yetkililerin yatıştırıcı açıklamasındaki sürat dikkat çekiciydi. Bir pilot dostum var, sürat onun da dikkatini çekmiş... Bana, "Karakutudaki veriler kullanıldı diyorlar, ama doğru söylemiyorlar; karakutu öyle bir günde deşifre edilecek bir âlet değildir" mesajını gönderdi. Teknik açıklamalar da pilot dostumu tatmin etmemiş... "Bu işin içinde başka bir iş olmalı" görüşünde... Dostum bu görüşünde yalnız değil. Olayın hemen ardından, hepsi de görgü tanıkları ifadelerini değerlendiren FBI'yı kaynak göstererek, AP ajansı, CNN'den Paula Zahn ve Major Garrettt, New York'taki WABC radyosundan John Gambling, bir başka uçağın sebep olduğu sarsıntının değil, sağ kanat yönünde bir patlamanın düşüşü getirdiğini ileri sürdüler... Köpeğini gezdirmekte olan bir kadın, olay yerinden ulaştığı Gambling'e, "Önce kanadın uçakla bitiştiği yerde muazzam bir top ışık gördüm" dedi. Bu iddialar, nedense, kaynak gösterilen FBI tarafından değil de Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleicher ağzıyla yalanlandı. AA-857 uçağının düşüş biçimi, pek çok kişiye, 17 Temmuz 1996 tarihinde New York açıklarında düşen TWA-800 sefer sayılı uçağı hatırlattı. Yetkililerin yine 'teknik ârıza' diye kapatmaya çalıştığı, görgü tanıklarının ise ısrarla "Bir füze ile düşürüldü" iddiasını dillendirdikleri 229 kişinin öldüğü bir kazaydı o... ABD'ye giderken uçağın yarısı boştu, dönerken ise neredeyse her koltuğun dolu olduğunu fark ettim. "Gidilmeyen, daha çok geri dönülen bir ülkeye mi dönüşüyor ABD?" diye düşünmeden edemedim...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |