|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ağırbaşlı ve muhafazakar eğilimli Yunan gazetesi Kathimerini'de 'Türk İkilemi' başlıklı bir başyazı yayınlandı ve Türkiye'de Kıbrıs-AB odaklı son günlerin tartışmalarına, bazı Türk yetkililerden daha doğru bir teşhis getirdi. Kathimerini'nin başyazısından bölümler: "Avrupa Birliği ile Kıbrıs ve Türk ilişkileri konusunda Türk parlamentosunun gizli oturumunda yapılan gizli oturum resmi politikanın değişmesine yol açmadı. Ancak, kapı komşumuzda son günlerin tanık olduğu ve medyanın ve siyasi elitin bir bölümünün bu konudaki açık eleştiriler, kendi başına önemli bir gelişmedir. Yükselen eleştiri, elbette ki, uluslararası hukuka dayanan ilkeler dizisini temel almıyor. Daha ziyade, Kıbrıs sorununa ilişkin artan uzlaşmazlığın Türkiye'nin Avrupa ufuklarını tehlikeye düşürmesinden doğan kaygılardan kaynaklanıyor. … AB'nin Kıbrıs'ı, siyasi anlaşmazlığa bir çözüm bulunmasa dahi içeriye kabul edeceğine söz vermiş olması herkesçe biliniyor ve bu nedenle katılımdan önce bir çözüme ulaşılması için her iki tarafa da baskı yapıyor. Bununla birlikte, Türkiye'nin olumsuz tutumu, Avrupalıları Ankara'yı Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş'ın uzlaşmaz politikasında ısrarın sonuçları konusunda uyarmaya zorladı. Ankara bu yolda devam ederse, AB'nin, istenmeyen bir durum olsa da, sorun çözülmeden önce Kıbrıs'ın girişini kabul etmekten başka çaresi kalmayacak. Böyle bir durumun meydana gelmesi halinde, Türkiye bir ikilemle yüzyüze kalacak - kuzeyde elinde tuttuğu bölgeyi ilhak ederse, bu Avrupa-Türkiye ilişkilerine bir darbe olacak. Eğer Türkiye kuzey bölümünü ilhak yoluna gitmezse, (AB ile) dezavantajlı bir konumdan pazarlık etmek zorunda kalacak. Bu nedenden ötürü, Türkiye'nin uzak görüşlü siyasi güçleri bugün izlenen resmi politikanın Türk çıkarlarına zarar verdiğini düşünerek, resmi politikada bir değişiklik görmek istiyorlar. Esas olarak, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanmasını önlemek için daha esnek bir politika ve tavizleri talep ediyorlar. Haklı olarak eğer daha öncesi (Türk) pozisyona dönülür ve iki-kesimli federasyon çerçevesi kabul edilirse, Ankara'nın üzerinden yükün kalkacağını ve Batı baskısının, daha acı tavizler vermesi anlamında Yunanistan üzerinde odaklanacağını düşünüyorlar." İşte bütün mesele bu. Kathimerini, bizim yıllardır ve özellikle son günlerde neyi savunduğumuzu anlamış ama Türkiye'nin değişmesine direnen ve önündeki ufukları tıkamakta beis görmeyen bir 'Ankara kliği' anlamazlıktan geliyor. Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik kilitlenme yeter. Yeter ki, Ankara ve Türk Lefkoşa'da gerçek bir 'çözüm iradesi' ve 'AB üyelik perspektifi' olsun. Peki Türk toplumu için 'eşitlik' ve 'egemenlik hakları' ve Türklerin Ada'da bir 'azınlık durumuna düşmekten kurtarılması' nasıl mümkün olacak? Türkiye'nin 1974-1998 arası çeyrek yüzyıl boyunca savunduğu ve BM Güvenlik Konseyi'nin 12 Mart 1990'da 649 sayılı kararıyla da benimsenmiş "iki toplumlu-iki kesimli federasyon" tezi doğrultusunda 'dönüşümlü Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı' için bastırılabilir. Kıbrıs Türklerinin 'azınlık' değil 'kurucu ortak' statüsü tıpkı 1960 Anlaşması'nda olduğu gibi 'çözüm şartı' halinde vurgulanabilir. 'İki toplumlu-iki kesimli federasyon'un bir 'çözüm çerçevesi' olarak benimsenmesine dayanacak böyle bir 'pozisyon'un AB ve ABD tarafından destek bulacağı, Rumların ve Yunanistan'ın bu noktalarda ısrarının kırılacağı gün gibi açıktır. Aslında Ankara'ya ve Denktaş'a yöneltilecek ve cevabı istenecek soru da, gün gibi açıktır: KKTC'nin bir Hatay olması mı isteniyor; yoksa Türkiye'nin ve birleşik bir Kıbrıs'ın AB üyesi olması mı? Eğer KKTC, Ankara'dan bir 'potansiyel Hatay' olarak görülüyor ve Denktaş kendisi için 'Tayfur Sökmen olmayı' tasarlıyorsa; Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk toplumunun 'Avrupa ufukları' bilinçli olarak karartılıyor demektir. Yok, 'evet' cevabı ikinci soru için geçerliyse, o zaman, 'görüşme masası'nda enerjik bir çözüm arayışına girişmek, 'Batı baskısı'nı Türkiye'nin üzerinden kaldırarak, mutlaka sonuca doğru ilerlemeyi sağlar. Kıbrıs'ın Türkiye için 'stratejik değeri' ve 'Doğu Akdeniz'in stratejik dengesi'nden dem vurarak işleri yokuşa sürmek, hem 'demagojik'tir; hem de doğru değildir. Kıbrıs, Lozan'da konu bile olmamıştı. Atatürk'ün, Türkiye'nin 'stratejik olarak korunması' konusunda bugünkü Ankara kadar duyarlılığı yok muydu? Kıbrıs, 'batmayan bir uçak gemisi' gibidir şeklindeki 'stratejik saptama' Soğuk Savaş yılları için, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu üzerinde Amerikan-Sovyet rekabeti varken geçerliydi. Artık Kıbrıs'ın böyle bir özelliği yok. Ayrıca, teknolojide sağlanan gelişme, bu tür bir 'stratejik değer'i anlamsız kılıyor. Ya Baku-Ceyhan petrol boru hattının çıkışını korumak gereği açısından da mı, Kıbrıs'ın 'stratejik değeri' yok? Tabii yok. Baku-Ceyhan, Hazar petrollerini Batı (başta Avrupa) pazarlarına taşımak için tasarlanıyor. Bu petrolün adresi AB'nin üyesi olacak bir Kıbrıs'a karşı, neyi korumuş olacaksınız? Petrol, zaten AB'ye sevkedilmek için Akdeniz'e getirilecek, Türklere içme suyu olarak değil. Türkiye AB dışında kalır, Kıbrıs alınırsa; o zaman Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi'yle Ege ve Akdeniz'den 'Helen kuşatması' altında kalmış olmaz mı? Daha da beter. Avrupa'dan dışlandığı için 'Avrupa kuşatması' altında 'Ortadoğulu bir ülke' haline gelir. O yüzden, Kıbrıs'ın da (Türk tarafının eşit koşullarda 'kurucu ortak' olarak yer alacağı bir Kıbrıs Cumhuriyeti olarak), Türkiye'nin de AB'ye katılması bütün bu 'sakıncalar'ı ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla, 'çözüm doğrultusunda' bastırmak, herkesten çok, Türkiye'nin 'milli çıkarları' gereğidir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |