T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kıbrıs'ı "gizli oturum"da görüşmek!

Çok değil, bundan elli yıl önce Türkiye'de "Kıbrıs" diye bir sorun yoktu... Herkesin bildiği gibi, sonradan "Yavru Vatan" olarak vaftiz edilecek olan Ada, adını Türkiye'de ancak ellili yılların başında duyurabildi... Kıbrıs'ın elli yıl içinde Türkiye'deki kamuoyunun gözünde katettiği yola bakın; "Yavru Vatan" ifadesi o kadar tuttu ki, ülkeyi uzunca bir süre yöneten partinin "Anavatan" adını taşıması kimseyi şaşırtmadı... "Anavatan"? Bir parti için çok ama çoook eski, çok gerilerde kalmış bir ad değil mi? Biz herşey gibi buna da çok çabuk alıştığımızdan, kulaklarımızı pek tırmalamıyor; "anakronizm"i olsa olsa bu parti adının yabancı dillere çevrilmiş haliyle karşılaşınca hissediyoruz. Batı ülkelerinde faaliyet gösteren partiler içinde benzer bir ad taşıyanı var mı? Bir parti adı olarak "Saadet"i de problemli bulanlar var, ama ille de "Anavatan"!

Evet elli yıl öncesine kadar Türkiye (dolayısıyla Türkler) "Kıbrıs"tan habersiz bir hayat sürüyordu. Cumhuriyet döneminde "Tek Parti" dönemi bu kayıtsızlık içinde geçmiş, 50'de iktidara gelen DP açısından da "Ada" denilince olsa olsa "Adalar sahilinde..." şarkısı hatırlanmıştır... Hatırlayın, DP'nin Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü, "Kıbrıs sorunu da nereden çıktı!" diyerek nasıl şikayet ediyordu... "Kıbrıs" meselesi benim açımdan, bir iktidarın eğer ister ve asılırsa, bir halk için nasıl yeni "davalar" üretebildiğinin de iyi bir örneğidir. Ellili yılların başında (53?-54?) henüz bir ilkokul öğrencisi iken, bir Anadolu şehrinin o zamana kadar adını duymadığı (ve büyük ihtimal yerini bile bilmediği) bir Ada (ve "dava") için nasıl ayağa kaldırılabileceğine birçokları gibi ben de şahit oldum. Çok iyi hatırlıyorum, çünkü rahmetli babam da "Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır!" mitinglerinin en ateşli hatibiydi. "Kızıl Papaz Makarios"un onlarca kuklası kimbilir kaç kez yakıldı ve geriye kalan birkaç çıta ve bez parçası kimbilir kaç kez çiğnendi... Köprülü'nün (hem de sanıyorum, meselenin üzerine benzinle giden Sedat Simavi'yle de dalgasını geçerek) "Şimdi bu da nereden çıktı!" diyerek kayıtsız kalmayı tercih ettiği mesele kocaman bir "dava" oluvermişti...

Aslında bu işe çok da şaşırmamak gerekir, çünkü dünya yeni bir döneme, "Soğuk Savaş" dönemine giriyordu. Hepimizin malûmu ki, "Soğuk Savaş" büyük "dava"ları çok severdi...

Bugünlerde "Kıbrıs sorunu" yine başköşede. Dışişleri Bakanı'nın Afganistan'daki "sıcak savaş"ın tam ortasında açtığı tartışmaya hemen herkes bir ucundan katılıyor. Bu tartışmada "sivil toplum" cenahından nispeten farklı sesler çıkmasına rağmen (daha geçen gün, TÜSİAD Başkanı "Türkiye'nin Rauf Denktaş'ın uzlaşmaz tutumunu desteklemesini doğru bulmadıklarını" açıkladı), büyük siyasi partilerin konuya ilişkin "yekpare" bir tavır içinde olduklarını gözlemliyoruz. Meclis'te grubu buunan partileri hatırlayın, her biri bir diğerinin "açığını" ("tavizini") yakalayabilmek için pusuya yatmış durumda! Birisi "milli dava"dan "taviz"verir gibi yapsın ki, hemen üzerine atlansın...

TBMM'de geçen hafta Kıbrıs konusunda yapılan "gizli oturum"un anlamını da bu açıdan değerlendirmek gerekir. Meclis'te grubu bulunan siyasi partiler, konuyu herkese açık bir şekilde değerlendirip (varsa) farklı görüşlerini açıkça savunmak yerine, Türkiye ve Kıbrıs'ta yaşayan insanların geleceğini çok yakından ilgilendiren bir sorunu toplumların gözünden uzak, bir "gizli oturum"da gözden geçirmeyi tercih etti. Bildiğim kadarıyla bu partiler içinden hiçbiri de çıkıp, "Kıbrıs konusu niçin 'gizli oturum'luk bir konu olsun; eğer bu konuda alınacak kararlarda da toplumu ikna etmek şartsa, niçin açıklık tercih edilmiyor?" diye sormadı.

Kıbrıs sorununa ilişkin tavırlarda, konunun Türkiye'nin AB üyeliğiyle birebir bağlantı içinde olması da etkili. AB'yi "fazla ısrarcı" bulan partiler (Bkz: MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici'nin "Avrupa Birliği'ne girmek için acelemiz yok zaten" açıklaması.) açısından bu "bağlantı"nın aleyhimize sonuç verecek olması zaten bir sorun teşkil etmiyor. Peki ya bugüne kadar söz ve eylemleriyle Türkiye'nin AB'ne katılımını yürekten desteklediklerini ilan etmiş olan partiler, onlar ne düşünüyor? Mesela Saadet Partisi'nin Kıbrıs sorununa ilişkin politikası ne? SP Grup Başkanvekili Veysel Candan, Kıbrıs konusunda hükümete tam destek verdiklerini belirterek şöyle diyor: "Eğer, Kıbrıs Rum kesimi AB'ye alınırsa KKTC de Türkiye ile entegre olacaktır. Yani KKTC'yi, Türkiye'ye ilhak etmekten başka çare kalmaz. (...) AB'den vazgeçilebilir ama Kıbrıs'tan asla vazgeçilemez."

Diyelim ki Saadet Partisi'nin "1974 Koalisyonu"ndan dolayı "AB'yi vazgeçilebilir" kabul etmesi şaşırtıcı değil. Peki ya AK Parti'nin bu konuya ilişkin politikası ne? Bu parti de Kıbrıs denklemine bu gözle mi bakıyor? AK Parti'nin (sanıyorum) kuruluş aşamasında Abdüllatif Şener'in Kıbrıs konusuna ilişkin fgarklı bir açıklamasını hatırlıyorum. Şener, bu açıklamasında "Kıbrıslılar'ın seçimi"nden de söz ediyordu. Çok iyi hatırladığım (hatırlıyorum, çünkü bir yazı da söz etmiştim) bu açıklamadan sonra, bu cenahtan da bir ses çıkmadı... Yoksa AK Parti açısından da bu "milli dava" ancak "gizli oturum"luk bir konu mudur?


28 Kasım 2001
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED