|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün üstü kolay çiziliyordu. Telekom'un özelleştirilmesi konusundaki tüm rezervleri "gereksiz bir ayak direme" olarak niteleniyor, hatta (bir rivayate göre Mustafa) Kemal Derviş'in başkomutanlığını üstlendiği "Kurtuluş Savaşı"nı engelleyen bir adam hüviyetinde sunuluyordu. Öksüz'ün "Yerli tekel yerine yabancı tekel oluşmasına izin vermem" yollu sözleri, "Geç aslanım, onları geç" tarzında bir tepkiye muhatap oluyordu. Öksüz "siyasetçi" hüviyetiyle özürlüydü bir, MHP'li olmakla özürlüydü iki... Çünkü "milliyetçilik" onun sağlıklı düşünmesine mani olan bir "ön yargı" gibi değerlendiriliyordu. İşin içine asker girince aslında ortada "ülke güvenliği" gibi bir "millî" mesele bulunduğu gerçeği ortaya çıktı ve "Altın hisse" diye bir formülle asker kaygılarının giderileceği noktasına gelindi. Bu olay bir örnek. Özen gösterilmediği zaman, kolaylıkla millî çıkarların gözardı edilebileceğini sergileyen bir örnek. Ve ne yazık ki bu örnek şu anda ülke olarak içine sürüklendiğimiz şöyle bir halet-i ruhiyeden kaynaklanıyor: -Ülkenin ekonomik krizden kurtulması için en doğrusunu Derviş biliyor. Onun programı kurtuluşumuz için tek çare. Derviş'in uluslararası çevrelerle birlikte oluşturduğu her formül Türkiye için olmazsa olmaz çözüm yolu ve bu çözüm yoluna engel teşkil edecek her davranış, ihanete eş nitelikte. Yurt dışından para gelmezse batacağız, öyleyse para gelmesini önleyecek her söz ve davranışa ihtiyatla, hatta kuşku ile bakmak gerekir. Paranın bedeli her ne ise ödemek konusunda tereddüt etmemeliyiz. Özellikle çürüdüğü, tükendiği, ülkenin meselesini çözme konusunda zaafı ortaya çıkan mevcut siyasî kadroların her an pusuda bekleyen engellemeleri karşısında uyanık olmalıyız!!! Bu halet-i ruhiyenin çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değil. Bu halet-i ruhiyenin Derviş'e olağanüstü bir misyon yüklediği ise açık. Bir yerde baktığımızda Derviş'in de "şu şöyle olmazsa batarız, dış kredi gelmez, IMF bizi gözetliyor" yollu bir üslûbu, sık sık devreye soktuğunu görüyoruz. Artı, uluslararası odaklar da, kredi için karar sürecini, Türkiye'nin attığı adımlara bağlayarak peşin ve fiilî bir denetim uyguluyorlar. Türkiye'ye karşı kabaca sürdürülen bir tür nodullama ilişkisi içindeler. İşte burada Derviş etrafında bir "alternatif maliyet" ödenmesi ya da daha güncel ifade ile ortaya "görev zararı" çıkması konusundaki endişelerimizi belirtmek istiyoruz. Derviş'in niyetlerinden mutlaka kuşku duymak gibi bir haleti ruhiye içinde olmamak gerekir. Ama yaşadığımız daralma atmosferi alternatif maliyetleri veya görev zararlarını her an ülkenin önüne çıkaracak bir yoğunluk taşıyor. "Görev zararı", malûm, mutlak bir kötü niyet veya siyasî istismar sonucu oluşmuyor. Bir toplum kesimine özel destek verme amacıyla sağlanan ucuz kredi vs, sonunda birikip ülkenin önüne çözülmesi zor bir "görev zararı" maliyeti çıkarıyor. "Görev zararı"nın, iç politika boyutu olabileceği gibi dış politika boyutu da olabilir. Meselâ, Körfez Savaşı sebebiyle Amerika'nın inisiyatifinde devreye sokulan BM yaptırımları çerçevesinde Türkiye'nin üstlendiği sorumluluklar, ortaya 80-100 milyar dolarlık bir görev zararı çıkarmıştır. Acaba merhum Özal, "bir koyup üç alma" klişesi ile ifade edilen Körfez politikalarını belirlerken bu görev zararını hesaba katmış mıydı? 1 Mayıs günü NTV'deki bir açık oturum programında genç bir araştırmacı "Derviş'in alternatif maliyeti" kavramını ortaya attı. Ona göre "ABD eksenli bir gidiş, Türkiye'nin İran'dan, Irak ve Suriye'den doğal gaz almasına mani oluyordu ve bu da Derviş'in alternatif maliyeti idi." Buna bir kalemde üstü çizilecek bir görüş diyebilir miyiz? Derviş bile "yardım karşısında ek maliyet getirecek bir şeyi kabul etmeyiz, bu şantaj olur" diyor. Yani şantaj kaygısını paylaşıyor. Yaşadığımız tıkanma psikolojisi, siyaset hayatımızın yeniden tanziminden tutun, ABD ve AB ile kimi ilişkilerin düzenlenmesine varıncaya kadar ciddî görev zararları ortaya çıkabilir. Derviş eksenli siyaset tanzimleri bile uluslararası sermaye ve güç odaklarının halk iradesine çıkardıkları ek maliyet çerçevesinde mütalaa edilebilir. Bir yerde Derviş'i de aşan bir "görev zararı" söz konusu olabilir. Onun için toplumun "denetim hassasiyeti"ni elden bırakmaması, parlamentonun da, siyasetin bütün yıpranmışlığına rağmen, denetim hakkını sürdürmesi gerekir. Muhalefete ve "uluslararası güç odaklarının Türkiye için en iyisini düşündüğü" varsayımıyla şartlanmamış medya mensuplarına-kanaat önderlerine daha büyük sorumluluk düştüğünü düşünüyorum. JANDARMA VE YILMAZ
Ve jandarma cevap verdi. "Gestapo-polis devleti" suçlamalarını "ciddî bir sorumsuzluk" olarak niteledi. Jandarma'nın açıklamasında Beyaz Enerji soruşturmasının İçişleri Bakanlığı'nın bilgisi dahilinde ve yasal çerçevede yürütüldüğü de bildirildi. Şu anda, ortada gerçekten ciddi bir durum vardır. Yılmaz, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından "ciddi bir sorumsuzluk" içinde olmakla suçlanan bir Başbakan Yardımcısıdır. Artı, Jandarma İçişleri Bakanlığı'na, İçişleri Bakanlığı da koalisyon içinde ANAP'a bağlıdır. Dolayısıyla olayın, bir yandan Yılmaz-Asker, diğer yandan Yılmaz-Tantan gerilimine kapı aralayan sıkıntılı bir mahiyeti vardır. Yılmaz için sıkıntılı, Türkiye siyaseti için sıkıntılı... Haydi hayırlısı...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |