|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mesut Yılmaz, başlattığı polemikle en büyük hizmeti, ortağı Bülent Ecevit'e yaptı. "Anti-demokratik" kimliği, son DSP kurultayı ile gözler önüne serilmiş olan Ecevit'in Türkiye üzerinde oluşturduğu yük, gündemden inmemeliydi. Mesut Yılmaz, bir sözde "demokrasi havarisi" kesilerek, "anti-demokratik" Başbakan'ı, yani koalisyon ortağını bir güzel marke etmiş oldu. Ancak, Türkiye gündeminin saptırılması, "dış dünya"nın Ecevit'in performansını kayda geçirmesini engellemiyor. Ecevit'in bağlı olduğunu iddia ettiği "dünya görüşü"nün temsilcisi olan Alman Süddeutsche Zeitung, Başbakan'ın 50 yıla yaklaşan siyaset hayatını çok kötü bir sicille kapatmakta olduğunu saptamakta gecikmedi. 1970'lerin "Karaoğlan"ının, şu dönemde bir "entrikacı"ya dönüştüğüne ilişkin ağır itham içeren bir saptama yaptı. "Dış dünya"nın bakış açısı ve değerlendirmesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu "ekonomik kriz" nedeniyle her zamankinden daha önemli. Bu "kriz", çıkış için "dış mali desteği" zorunlu kılan cinsten. "Dış dünya", zaten "içerdeki" birçoklarımız gibi, "kriz"in asıl nedeninin "siyasi" olduğunu ve "siyaset sınıfı"ndan kaynaklandığını düşünüyor ve "kriz"den çıkış için "demokratikleşme" ve "saydam devlet" doğrultusunda "siyasi reform"u şart görüyordu. DSP kurultayındaki Ecevit performansı, işte bu sebeple özel bir anlam taşıyor. Bülent Ecevit, Başbakan kaldıkça, bu ülkenin krizden çıkmasının, devletin saydamlaşmasının, demokrasinin sağlamlaşmasının; kısacası "Kopenhag kriterleri"ne uyulmasının imkanı hemen hemen yok gibi. Ecevit'in şahsında sergilenen "anti-demokratik" tutum "bir sefere mahsus" ve "son kez" diye vurgulanan "dış yardım"ın akışını ve devamını tehlikeye sokan niteliktedir. Bu yüzden, olan-biten, bir "Sema Pişkinsüt olayı" ya da bir partinin içişleri niteliğinde olmasının çok ötesindedir. Türkiye, amansız bir "paradoks"un kıskacında. Bir yandan "ekonomik program"ın uygulanması halinde Türkiye'nin dönüşümü yolunda hayati bir viraj alınacaktır; diğer yandan bu hükümet yapısından kurtulmadıkça, Türkiye yol alamayacaktır. Hükümet istifa etmiyor. Hükümet değiştirilemiyor. Türkiye ile "dış dünya" arasında bir "transmisyon kayışı" hüviyetine bürünen Kemal Derviş, bu hükümetin mensubu. "Kriz"den çıkış için, sanki Kemal Derviş'in şahsında bu hükümet "dokunulmazlık" kazanmış durumda. Oysa, bu hükümetle alınacak bir mesafe, varılacak anlamlı bir hedef olmadığı her geçen gün, daha da çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor. Başbakan'ı Bülent Ecevit olan bir hükümet, hiçbir zor meselenin altından kalkabilemez. Çünkü, bizzat Ecevit'in kendisi bir "sorun". Hem de bir temel sorun. Hükümetin başı, herhangi bir "sorunun çözümü"nü vaadetmiyor. Tersine, iç ve dış kamuoyuna, her geçen gün, "sorunun kendisi" olarak yansıyor. Hiçbir başka sebep olmasa bile, Ecevit'in 70'lerin ikinci yarısına taşmış ilerleyen yaşı ve bozuk olduğu çıplak gözle görülen sağlığı; radikal siyasi ve ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesine engel. Türkiye halkı, Başbakan'ın her gün ekranlardan yansıyan görüntüsünde "güvenilir" ve kendisine "pozitif enerji" saçan bir lider figürü görmüyor. Kaldı ki, Ecevit, sağlığı yerinde olsa bile "demokrasi kusurlusu". DSP, onun elinde, Baas Partisi'ni andırıyor. Kendi eliyle seçtiği insanlardan oluşturduğu bir siyasi organizmada dahi "despot" bir kişiliğin, ülkeye "demokratik önderlik" sağlaması mümkün olabilir mi? Diyelim ki, Ecevit'in sağlığı yerinde ve kendisi "pek demokratik" bir kişiliğe sahip. Yine de yetmiyor. Ecevit, "muktedir" değil. Karar alamıyor. Yanıbaşındaki onun bunun oyuncağı görüntüsünü veriyor. En kötüsü ise, evlerde, aile meclislerinde, kahvelerde, çeşitli topluluklarda giderek yaygınlaşan "Çavuşesku benzetmesi"ne konu olması. Karı-koca Ecevit'ler ile Çavuşesku çifti arasında, ilerleyen yaşlarına rağmen ülkenin kaderine hükmetme ihtirası konusunda karşılaştırmalar ve benzetmeler yapılıyor. 76 yaşında ve birbirlerine tutkulu bir çift, Türkiye'yi yönetme inadına sahip olmasalar, kamuoyuna "pek saygıdeğer" bir imaj verirler ve hatta o yaşta sergiledikleri güçlü beraberlik ile pek de "sevimli" görülebilirlerdi. Ama ülke başaşağı gittikçe, toplumsal tepkinin hedeflerinden biri haline bu çift de geliyor. Böyle bir final Ecevit açısından hazin. Böyle olması istenmezdi. Tüm hatalarına rağmen, uzun siyasi yaşamında değer taşıyan birçok tavrı ile hatırlanması, hem kendisi, hem de ülke namına çok daha iyi olurdu. "Karaoğlan" olarak. "Askeri darbeler"e karşı yalnız kalma pahasına ilkeli tavır takınmış bir siyaset adamı olarak. İnsanlar, "iyi"ye doğru olduğu gibi, besbelli, "kötü"ye doğru da değişebiliyor. Ne yazık ki, Ecevit için söz konusu olan böylesi. Ayrıca, besbelli ki, "siyasi kültür" ve "zamanlama" da, önemli demokrasi ölçüleri. "Siyasi kültür"ünüzde "demokratlık" yoksa; böyle bir kültüre sahip değilseniz veya bunu "sindirmemiş"seniz, "çekilme" ve "emeklilik" zamanı nedir, bilemiyorsunuz. "Zamanlama" diye bir derdiniz olmuyor. Yürümekte ve konuşmakta zorluk çekerken bile, milyonlarca insanın kaderine hükmetmeye kalkışıyorsunuz. Kısacası, kendi kaprislerinizi ülkeye empoze etmiş oluyorsunuz. Sözün özü: "Anti-demokratik" yöneticilerden kurtulmak, demokrasiye açılan yollardan biridir. Ya da "bagaj"dan kurtulursanız, hafiflersiniz…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |