T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kararı siz verin!

Tarih, din ve siyaset arasındaki ilişkinin çokluk siyasîlerce belirlenmekte oluşunun, tarihî hâdiselerle dinî nass ve mehazların siyasîlerin elinde oyuncak haline getirilip karikatürleştirilmesi gibi vahim bir neticeye yol açtığı erbabının ma'lûmudur.

Din ve tarih tasavvurunun bu denli daralıp körelmesindeki tek sorumlu hiç kuşkusuz ki sadece siyasîlerin kendileri değil; onlara hizmet vermek üzere yetiştirilmiş, görevlendirilmiş ilim ve fikir adamlarıdır da.

Bu toprakların çocukları sahih bir din-tarih-siyaset tasavvuruna sahip olabilmek için düştükleri yolda o kadar çok yol kesiciyle uğraşmak zorunda kalıyorlar ki çaresiz bu "oyun"un tadı kalmıyor sonunda.

Sözgelimi gençlerin dahil oldukları siyasî cemaat ve kadrolar ya da ardına düştükleri dinî, siyasî liderler -birtakım zorunluluklar nedeniyle- doğru veya yanlış daha önce kendilerine düşman belletilen çevrelerle bir uzlaşma/anlaşma arayışına mı girdiler; hemen "Peygamber Efendimiz de müşriklerle Hudeybiye Antlaşmasını yapmıştı zaten..." türünden beylik kıyas örnekleri devreye sokulur; metbûlar tâbilerini sîret-i nebeviye'den seçtikleri -makîsun-aleyh bile olamayacak- gelişigüzel örneklerle iknâya çalışırlar.

Bir yerlerden düğmeye basılıp yeni ve yeni olduğu kadar da cıvık bir zeminin inşâsına mı başlandı, hemen görevli kalemler Medine Vesikası veya Hılf'ul-Fudul gibi ne idüğünü kendilerinin de ihata edememiş oldukları bazı tarihsel durumlara atfen dindarların "öteki"ne hoşgörülü olmaları gerektiğinden, diyalog çağrılarından, birarada yaşama edebiyatından, vs. bahsetmeye başlarlar; tıpkı siyaseten gergin ve sert zeminlere ihtiyaç duyulduğunda hemen cihad'ın, mücadele'nin, şehadet'in, vs. öneminden bahsettikleri gibi...

Siyaseten çatışma gerekiyorsa -meselâ- "demokrasi şirk, devlet tağut'tur"; sahte uzlaşımlara ihtiyaç varsa "demokrasi tevhid, devlet hakem"dir. Hakikatte neyin ne olduğu ise hiç ama hiç önemli değildir; bu toprakların çocuklarının nasıl gerçek bir tarih, coğrafya, din ve siyaset tasavvuruna sahip olacakları sorununu bu bezirganlar umursamazlar. Yıllar geçer, heyecanlar söner, devir değişir ve her defasında yeni söylemler, yeni sloganlar ortaya çıkar... Çıkar çıkmasına ama ne yazık ki bu arada, o aldatılmış zekâların nasıl heba edildiği, heyecanlarının söndürüldüğü, binlerce/onbinlerce gencin hakikat zannettikleri, doğru zannettikleri fikir ve ideallerin bizâtihi zamanın kendisi tarafından nasıl yalanlandığı, geçici ve sahte ideallerle gençliklerini geçirmiş olanların ortayaşları idrak eder etmez hiçbir mukaddesi kalmamış, inanma yetileri dumura uğramış, kendisine ve inançlarına güveni kalmamış nasıl birer yalama kişiliğe dönüştükleri hiç mi hiç önemsenmez. Çünkü önemli olan kendisine ihtiyaç duyulan siyasî atraksiyonların bir süre için bile olsa başarıyla uygulanmasıdır.

Bu oyunun tek sermayesi toplumsal hâfızanın nisyanıdır. Kimler, daha önce neler demiş, neler yapmış, şimdi neler diyor, neler yapıyor? İşbu suâller sorulmaz; sorulması da istenmez. Unutmak, unutturmak yegâne çözümdür. "Öncesini unutun, şimdiye bakın; yarını ise dilediğiniz gibi hayal etmekle yetinin!"

Ne kolay bir çözüm değil mi?

Ya unutulması istenen fikir ve ideallere sıkısıkıya yapışmış, onları hayatının gayesi haline getirmiş, bütün istikbalini o unutulması istenen fikir ve idealler için bir çırpıda silmiş veya silecek dereceye gelmiş körpe zihinler, saf ve samimi kalpler, tertemiz memleket evlâdı?

Söylediklerine kendileri inanmadıkları için, hatta ciddiye alınabilecek hiçbir bedel de ödemediklerinden ötürü, masabaşı teorisyenleri için böylesi aptalca sızlanmaların, zevzekçe duygusallıkların hiçbir önemi yoktur bu oyunda... Belki kendileri de bir zamanlar bu tür aptallıkları, zevzekleri yapmış gençlerdi, kimbilir?!?

En nihayet hayatı, hayatın gerçeklerini öğrenmiş bu ortayaşlılar ve yaşlılar için vâki ya da muhtemel bütün itirazlar kafa konforudur, fikir lüksüdür, ilim adamı hastalığıdır, aydın krizidir, entellektüel terörizmdir, sorun çıkarmaktır, can sıkmaktır, gençleri ayartmaktır; hâsılı "Sen hâlâ oralarda mısın?" yollu istihzâlara lâyık kılı kırk yarma marazıdır.

Bu toprakların çocukları "herkesleşme"ye davet ediliyor; ehlileştirilmek ve omurgasızlaştırılmak isteniyor; iddia ve dâvâ sahibi olmalarından hoşlanılmıyor; beylik sözlerle, boş gevezeliklerle, parlak sloganlarla zihinleri iğdiş edilmeye çalışılıyor, kutsalları birer birer ellerinden alınıyor/alınmak isteniyor.

Tarih ve coğrafya tasavvurunu kaybetmiş, inanma yetisi zayıflamış, mücadele azmi kalmamış bir gençlik ancak sömürgelerde bulunur. Binaenaleyh bu psikolojik harbe karşı direnmeli ve kutsallarımızın ellerimizden alınmasına izin vermemeliyiz.

Bizi biz yapan içinde yaşadığımız dünya değil, zihnimizde yaşattığımız dünyadır! O halde önce hangi dünyayı örnek alacağımıza yine biz karar vermeliyiz.


4 Mayıs 2001
Cuma
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED