|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Önce bazı tesbitler yapacağım: 1. Şu anda parlamentoda başörtüsü yasağına heyecanla taraftar olan bir siyasî grup yoktur. Ecevit'in çizgisi bile esnektir. Belki birkaç yasakçı DSP'li çıkabilir. Diğer (FP, MHP, DYP, ANAP) parti grupları ise, yasağın kalkmasından yanadır ve bu yönde girişimleri vardır. 2. CHP'nin kafası biraz karışık olmakla birlikte, Baykal'ın, Şeyh Edebali'li yeni çizgisiyle başörtüsü yasağı taraftarlığının yanyana pek şık durmayacağı açıktır. 3. Ve Derviş, Dışişleri Bakanı Cem ve Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ile yaptığı görüşmede, başörtüsüne ılımlı yaklaştığı izlenimini vermiştir. 4. Cumhurbaşkanı Sezer, İlahiyat'lardaki başörtüsü yasağı konusu kendisine geldiğinde, bunun anayasal bir mesele olduğunu söylemiş olmasına rağmen, bu yasağı fanatik biçimde sürdüren YÖK Başkanı Gürüz ile arasına mesafe koyarak, gene de halka göre klasik yasakçılardan farklı bir duruş sergilemiştir. 5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olumsuz bir karar vermiş olmasına rağmen, Avrupa'nın genel özgürlük çerçevesine göre, başörtüsü yasağı anlamsızdır. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin gelişme seyrinin de bu yasağın zeminini çürüteceği açıktır. İstanbul'da yapılan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi adına yapılan açıklamalarda da "başörtüsü yasağının anlamsızlığı" vurgulanmaktadır. Bu tesbitler içinde Derviş konusuna biraz daha yakın plan bakma gereği vardır: Uluslararası odakların ekonomiden öte, "Türkiye'de siyaseten yeniden yapılanma" misyonu yüklediği farzedilen Derviş'in, başörtüsü konusunu da bir "PR - halkla ilişkiler" motifi olarak değerlendirmesi mantıklı olur. Çünkü bir siyasetçinin, Türkiye insanının yüzde 80'lerinin başörtüsü yasağına karşı olduğu gerçeğini görmemesi düşünülemez. Arkasında uluslararası irade bulunan bir siyasî hareket, "meydanlara ineriz" diye 450 bin işçi adına efelenen bir işçi liderini ikna edebiliyorsa, sanırım PR-halkla ilişkiler adına başörtüsü yasakçılarını da ikna edebilir. O zaman "başörtüsü yasağı"nın hâlâ sürmesinin arkasında hangi irade kalacaktır? Bu konuda, "askerin kararlı olduğu" yönünde bir genel kanaat bulunduğu, özellikle yasakçı zihniyetin, "biraz özgürlük" talebinde bulunan herkesin önüne bu gerekçeyi sürdüğü biliniyor. Bu iddianın, hem yasakçı hem de yasağa karşı olan hemen her kesimde belirli bir inandırıcılık oluşturduğu da söylenebilir. Sanki "Gürüz var ve arkasında asker var" kanaati ile sürüyor başörtüsü yasağı. Bu kanaatte bir farklılaşma, İlahiyat'lardaki yasağın esnemesinden sonra oluştu. Bu esnemenin bir şekilde "askerin farklı yaklaşımı" ile gerçekleştiği bilgisi ulaştı halka... Bu doğru mudur, o da net olarak bilinmiyoor. Ancak, bu doğrulanmamış bilginin bile, halk kesimlerinde belirli bir umut ve rahatlama meydana getirdiğini belirtmek isterim. İşte ben de asıl bu konu üzerinde durmak istiyorum. Çünkü işin gelip buraya dayanması, asker-halk ilişkilerinde kritik bir noktayı teşkil ediyor, diye düşünüyorum. Yasağın arkasında askerin olması ya da olmaması, asker-halk ilişkileri açısından bu kadar önemli mi? Bana göre çok önemli... Bir kere askerin halkla ilişkileri önemsememesi mümkün değil. Başörtüsü olayı da bu açıdan anahtar niteliğinde... Sanırım, Türkiye'deki başörtüsü gerçeği ile en çok askerin karşı karşıya bulunduğu noktasında hiç kimsenin tereddüdü olamaz. Geçen 10 yıllar içinde kaç komutanın kaç başörtülü annenin elini öptüğünü, onların çocuklarına madalya taktığını, onlarla birlikte göz yaşı döktüğünü, onlarla birlikte şehitleri selâmladığını, onlarla birlikte tabutları omuzladığını tahmin zor. Şehitliklerde üniforma ile başörtüsü yanyana dua ediyor, Fatiha okuyor... Askerî okulların mezuniyet törenlerinde tribünleri başörtülü anneler, ablalar dolduruyor. Bunlar Mehmed'in kışlaya taşıdığı gerçek... Başörtüsü yasağı ile başörtülü anneye madalya takmak hep çelişkili durdu ülkemizde... Bunu asker gözü görür bana göre. Ben, bu çelişkinin halk duygularında belirli ölçülerde bile olsa askere fatura edileceğini de görür asker diye düşünüyorum. O zaman bir değerlendirme yapmanın vakti gelmiştir, demek istiyorum. "Başörtüsü yasağı"nın faturasını halk nezdinde asker ödememeli, halkın duyguları yaralanmamalı, asker net olarak başörtüsü yasağının arkasında yer almadığını hissettirmeli, diye düşünüyorum. Çünkü yasağın askere rağmen kalkmasının da, asker istemiyor gerekçesiyle kalkmamasının da, asker ayak diretiyor gerekçesiyle ülkede sürekli sancı konusu olmasının da askere halk psikolojisinde bedel ödetir, kanaatindeyim. Bayrak törenlerinde başörtüsü yasağı nasıl yaraladı halkı, ve hükümet nasıl geri adım attı, bunu görmek gerek. Bartın'da küçücük İHL öğrencilerinin başörtülü oldukları için okuldan atılmalarının açtığı yara nasıl derinlere işlemiştir halkın duygularında, bunu anlamak gerek. Binlerce öğrenci, binlerce kamu görevlisi, şimdi okullarından, işlerinden atılmış olmanın derin iç burkuntusu ile, evlerinde bir küskünlük birikimi halinde bekleşiyorlar. Bunun farkında olunmalı. Şu anda TSK'nın, böyle bir duyarlılık içinde olabileceği ümidini taşıyorum. Bunun için pek çok sebep sayılabilir. Ama en öncelikle, askerin halk nezdindeki hatırının korunması gibi bir hassasiyet sebebiyle bu gereklidir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |