|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı hale geldikten sonra bile kendisine akan toplumsal ilgide hiçbir azalma olmadı, aksine bu ilgi katlanarak artmayı sürdürüyor. Ayrıca Erdoğan'ın "siyasi merkez"in "yeniden yapılandırılması" tartışmalarında neredeyse tek "siyasi güç merkezi" olduğu tartışmasız kabul görüyor. Ankara siyasetinde hiçbir görev almamış olan Erdoğan'a, halkın, statükoya itiraz amacıyla, "genel başkanım" ya da "başbakanım" diye hitap etmesi, seçmen zihninin derinlerine kök salmış ve gelip geçici olmayan bir durumla karşı karşıya olunduğunu bir başka açıdan da gösteriyor. Anketler düzeyinde Erdoğan'a -görece- yaklaşabilen ilgiyi şu ana kadar Kemal Derviş elde etmiş görünüyor. Derviş'in "de jure" değil ama "de facto" başbakan olması, ayrıca insanların cebini yakan bir krizin "çözüm adresi" olarak siyaset sahnesine girmesi, bu ilgiyi şu aşamada besliyor. Erdoğan, siyasi yasaklı olmasına rağmen, "de facto" başbakan olan ve toplumu kaynatan ekonomik gelişmelerin merkez odağı durumundaki Derviş karşısında açık bir şekilde önde. Fakat Derviş'in toplumsal ilgi bakımından Erdoğan'a en yaklaşan siyasi aktör algılanması sözkonusu. Bu bağlamda yeni siyasi yapılanmaların iki lider aktörü olarak Erdoğan ile Derviş arasında kıyaslamalar yapılması birçok açıdan ilgi gören bir değerlendirme biçimi oldu. Erdoğan ve Derviş, siyasi aktör olarak görülmelerinin çok öncesinde belli "siyasallaşma biçimlerinin adresi" olarak algılanıyor aslında. Seçmen zihnindeki gündelik şekillenmeleri ve uluslararası değerlendirmeleri çok derinden besleyen şey bu. Erdoğan ve Derviş'in üzerinde yer aldıkları yeni tratejik zemin, "uluslararası dinamikler" ve "yerli değerler" hatlarındaki "temas", "geçişlilik" ve "siyasallaşma" biçimleri ile oluşmuş durumda. Türkiye AB gibi "bir büyük siyasi entegrasyona dahil olurken", "kendisi olarak nasıl kalabileceği" konusunda "siyasal değer" üretemediği için siyasal yırtılma ve buna bağlı kriz yaşıyor. "Uluslararası dinamikler" ile "yerli değerler" birbirine zıt kutuplarda konumlandırılmış uçlar olarak temsil ediliyor mevcut zeminde. "Uluslararası dinamikler", "bizi sadece dışarısı adam eder" algısı ile temsil ediliyor. Böylece, "uluslararası dinamikler" ile "uluslararası dayatmalar" arasındaki sınır flulaşıyor. Buna karşılık, "yerli değerler", "uluslararası dinamikler"den koparak "içe kapanmacı siyasallaşma" üretiyor ve 'Türkiye'yi sattırmam" sloganı altında siyaseti kilitleyerek, Türkiye'yi küresel gelişmelerin dışına öteliyor. Bu noktanın aşılması için, yani "siyasetsizleşme"ye son verilmesi için, siyasetin "gerçek bir siyasallaşma" zemininde "yeniden yapılanma"sı gerekiyor. Krizle birlikte bu siyasallaşmanın bir parçası görünürleşti. Kemal Derviş, "uluslararası dinamiklerin yerli siyasal değere dönüşmesi" hattına yerleşti. Böylece, Türkiye "büyük siyasi entegrasyon"a dahil olma sürecinde "dışarıdan içeriye siyasallaşma" hattıyla tanışmış oldu. Fakat bu hat "gerçek siyasallaşma"nın bir yüzüdür ve tek başına kaldığı sürece Türkiye'yi "kendisi olarak nasıl kalabileceği?" sorusu etrafında ağır mensubiyet krizlerine sokar. Böylece içe kapanmacı ve izolasyonist refleksleri "kışkırtır." Zaten bu aksaklık şu anda ilk sonucunu vererek "uluslararası dinamikler" ile "uluslararası dayatmalar"ı birbirinden ayırmayan bir siyasi şemaya sokmuştur Türkiye'yi, buna tepki olarak da egemenliği koruma adına yoğun bir izolasyonizm görünürleşmektedir. "Dışarıdan içeriye siyasallaşma" hattı tek başına kalırsa, "eksik siyasallaşma" durumu kronikleşir ve bu da en az "siyasetsizleşme" kadar zararlı bir "yanlış siyasallaşma"ya dönüşür. Bu nedenle "gerçek siyasallaşma"nın "öncelikli eksen"inin tabloda yerini alması gerekir. "Gerçek siyasallaşma"nın "öncelikli ekseni" ise "yerli değerlerin uluslararası dinamiklere açılan bir siyasallaşma üretmesi"dir. İşte bu hat Erdoğan tarafından temsil edilmektedir. Erdoğan'a akan ilgi, Türkiye'nin "yerli değer derinliği"ni temsil etmesindendir. Erdoğan, eski siyaset biçimlerinden koparak ve içe kapanmacı siyasi refleksleri dışlayarak, izolasyonist politikaları terketmiştir. Böylece, "yerli değerler"in siyasallaşma yönünü, Türkiye'nin "uluslararası dinamikler"le paralel yürüme zorunluluğuna çevirmiştir. Erdoğan şu anda "yerli değerlerin siyasallaşması" hattında "sosyolojik derinliği" yegane temsil eden odaktır. "Toplumsal talep"lerin dönüşmek istediği "siyasi temsil"i taşıyan en sahici kategoridir. Erdoğan'a akan toplumsal ilgi Türk siyasal hayatının muhafazakar beklentilerinin tüm içerimlerini barındıran bir renkliliğe sahip görünmektedir. Bu nedenle Erdoğan'ın "yerli değerler"in siyasallaşması ile "uluslararası dinamikler" arasında paralellik gözeten hattın temsilcisi olması, Türk demokrasisinin ihtiyaç duyduğu derinleşmenin engellerini aşacak yoğunlukta bir hareketlilik üretmektedir. Erdoğan'ın temsil ettiği hattın reel siyaset zemininde görünürleşmesi, Derviş'in temsil ettiği "dışarıdan içeriye siyasallama"nın "içeriden dışarıya siyasallaşma" ile dengelenmesini sağlayacaktır. Böylece "gerçek siyasallaşma"nın "öncelikli ekseni" tabloda yerini alacaktır. "Uluslararası dinamikler" ile "uluslararası dayatmalar"ı birbirinden ayıran bir siyasal tartışma ve "siyasal değer üretimi" bu yolla "siyasal mekan"a kavuşacaktır. Büyük bir siyasal entegrasyona dahil olma sürecinde yaşanan egemenlik krizlerinin aşılmasının ve Türkiye'nin kendisi olarak kalabilmesi probleminin çözüm düzeyinde konumlandırılmasının hattı buradan çalışacaktır. Erdoğan'ın ve Derviş'in temsil ettiği hatların, yeni siyasal zeminde karşılaşmasının "diyalektik üst sonucu", (1) idari ve siyasi standartları yükselmiş, (2) "yerli değerler" ile "uluslararası dinamikler" arasındaki geçişlilikleri modelleştirmiş, (3) finans piyasalarına indirgenmek yerine üretimi konuşmaya başlamış ve (4) "yöneten demokrasi"ye kavuşmuş bir Türkiye demektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |