T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Taşra psikolojisini parantezin dışına hiç çıkarmamak

'Taşralılık' berbat bir durumdur; özellikle sanat-edebiyat çevreleriyle ünsiyet bağı kurmuş olup da, estetik bir dünya oluşturmak yoluyla hayatın anlamını bu çevrelerle paylaşarak kendisini sanatın/edebiyatın has değer ve kriterleriyle ilgili ve yükümlü addedenler için.. Kendisini edebiyatın içinde hisseden biri nazarında, çoğu zaman iflâh olmaz bir bünye gibidir 'taşralılık', şifâ bulunmaz bir hastalık gibi..

Dolayısıyla, ucundan-kıyısından edebiyat dünyasına bulaşmış bir 'birey' bakımından 'taşra psikolojisi'ne yenik düşmek; varlığını/varoluşunu, bütünüyle kör bir algı handikapının dişlileri arasında hebâ etmek anlamını taşıyacaktır. Zira, 'taşra' ve taşranın içselleştirilmiş hâli olan 'taşralılık'; eğer hakkından gelinemez ise, örneğin yazmak, herhangi bir sanat eseri ortaya koymak noktasında en küçük bir yetenek belirtisini bile yer bitirir. Zamanla, bireyin sanat/edebiyat hassasiyetini önemli ölçüde yaralar. Kendi sesindeki tınıların hem ortaya çıkmasını ve hem de bunu farketmeyi engeller. Muhayyile gücünü dumura uğratarak, sıradanlığın; hadi, felsefî bir kavramla ifade edelim, "herkes"leşmenin sığ sularına mahkûm kılar insanı..

Ulaşım ve iletişimin bu kadar kolaylaştığı ve bırakın Türkiye'yi, dünyanın bile 'global' bir köy hâline dönüştüğü bir çağda, hâlâ 'taşra'dan ve 'taşralılık'tan bahis açmak, birçoğunuza yadırgatıcı gelebilir; farkındayım bunun.. Ancak, bana sorarsanız; kazın ayağı hiç de öyle değil!

Tam da bu noktada, birbiriyle ilişkili olmakla beraber, birbirinden çok farklı anlamlar içeren bir ayrımı zikretmenin yeri ve zamanı gelmiş demektir. Evet, 'taşrada yaşamak' başka bir şeydir; 'taşralılık' başka bir şey..

Kısaca kaydetmek gerekirse; 'taşralılık' bir 'rûh hali'dir ve pek alâ, köken itibariyle 'köylülük'le buluşması mümkündür. ('Köylülük'ün, asla, köyde doğmakla/yaşamakla ilintili olmadığını, tıpkı 'taşralılık' gibi bir rûh durumunu ve bir algı biçimini ifade ettiğini -en azından benim için- tekrarlamama lüzum var mı; bilmiyorum.)

İmdi, meselenin düğümünü açmanın sırasıdır: 'Taşralılık' hâlet-i rûhiyesine sahip olmak, eşyayı/insanı ve elbette sanat-edebiyat dünyasındaki yapı ve değerleri bir 'taşralı' algısıyla kavramak bakımından, İstanbu'da yaşamakla Anadolu'nun en ücra bir kasabasında yaşamak arasında herhangi bir fark yoktur! 'Taşralılık' zaman ve mekânla kaim olmayan, ancak, insanın iç dünyası, yaşama biçimi ve hassasiyetleriyle örtüşen bir durumdur, bana göre.

Galiba, konuyla bağlantılı bir örnek vermek, daha da açımlayıcı olacak: Sanat-edebiyat çevrelerine baktığımızda, kendilerini İstanbul'da iskân ettikleri hâlde, yaptıkları işlerin dokusu ve anlamında, bariz bir biçimde 'taşralılık' sızıntısı taşıyan kümelenmeler görürüz. Üstelik, sanki çok matah bir şeymiş gibi, bununla övünenleriyle bile karşılaşabiliriz.. Oysa tarihin ve estetiğin hükmü hiç değişmez: Bunlar, hem hayatın ve hem de edebiyatın 'taşrası'nda kalmışlardır! Sanat-edebiyat mahfillerinde, sürekli, bir çuval incirle dolaşırlar..

Ve durumları hem komik, hem de 'komik'tir!..


2 Nisan 2001
Pazartesi
 
İHSAN DENİZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED