![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... | ||
|
|
Shakespeare'İMİZ
Sizi Ahmet Haşim'e çeken ne oldu? Ahmet Haşim başından beri çok sevdiğim bir şairdir; ancak biyografisini yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Bununla beraber, Peyami Safa üzerinde çalışırken bilgisayarımda onun hakkında da hatırı sayılır bir malzeme birikmişti. Yayınevi sahibi bir dostum Ahmet Haşim'i benden isteyince kısa bir biyografi yazmak için kolları sıvadım, bir süre sonra konu beni sardı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Haşim, büyük bir şair ve güçlü bir yazar olmasaydı bile, insan olarak yazılmaya değerdi. Dramı olan adamdı ve çok renkli bir şahsiyeti vardı. Bu dramı anlatabilirsem, yakın tarihimizin bazı karanlık noktalarına ışık düşürebileceğimi anladım. Ayrıca, bugün bile zevkle okunan ve tesirini devam ettiren bir şair ve keşfedilmesi gereken üslupçu bir fıkra ve deneme yazarının dünyasında bir keşif yolculuğuna çıkmak büyük bir fırsattır. Bu fırsatı kullandım, o kadar. Nasıl bir çalışma yaptınız ? Ne kadar sürdü çalışmanız ? Aşağı yukarı iki yıl. Tabii, İnci Enginün ve Zeynep Kerman hocalarımız Hâşim'in bütün yazılarını ve şiirlerini gün ışığına çıkarılmamış olsalardı, kitap bu kadar kısa bir sürede yazılamazdı. Peyami Safa hakkındaki kitabımı beş yılda yazabilmiştim. Nasıl bir çalışma yaptığıma gelince.. Kısaca şunu söyleyebilirim: Akademisyen titizliği ve romancı hassasiyeti... Ahmet Haşim, hayatı boyunca bazı eleştirilerle karşılaşmış, yaralar almış ve biraz yalnız bir hayat sürmüş. Bu yalnızlık Haşim'i, dilini ve dünyasını nasıl etkiledi? Şiir anlayışı güncel olanı sınırlarının dışına itiyordu ama, etnik menşei ve çirkinliği yüzünden dışlandığı yolundaki vehmi de onu sosyal meselelerden uzaklaştırmıştır. Bu yüzden mutsuz ve buluttan nem kapacak kadar alıngan bir adam haline gelmişti; herkesi kendine düşman zannettiği için etrafında incitmediği ve hicvetmediği kimse kalmamıştır. Koyu yalnızlığının ve dramının en önemli sebebi budur. Yalnızlık duygusundan Kadıköyídeki kahvehane arkadaşlarıyla alelade dedikodular yaparak yenmeye çalışıyordu. Ne kahve arkadaşları onun büyük bir şair ve yazar olduğunu biliyorlardı, ne de edebi muhitinde kimse onun kahvehane arkadaşlarından haberdardı. Haşim'e de, dönemine de hakimsiniz ve Haşim'i çok sevdiğinizi de biliyoruz. Objektif bir gözle baktığınızda bu eleştirilerde bir haklılık payı buluyor musunuz? Aynı devirde yaşıyor olsaydık, muhtemelen Haşim'i ben de eleştirirdim. Eleştiriler belki haklı değil, fakat o günün şartlarında kaçınılmazdı. Ancak bugün geriye doğru baktığımızda, Haşim'e eleştirenleri değil, Haşim'i görüyoruz. Haşim, hiç şüphesiz dünyaya farklı bir gözle bakan ve herkesin görmediklerini gören bir sanatkardı. Onun durduğu yerden ve onun gözüyle baktığımız zaman hakikaten çok zengin ve çok renkli bir "paralel dünya"yı seyrediyor ve kendinizi farklı hissedebiliyoruz. Ahmet Haşim'in 'aynı cins ruha sahibiz' dediği, Türk Edebiyatı'nın diğer önemli ismi Yahya Kemal'le de arası iyi değildi. Nedeni neydi? Yahya Kemal ile Haşim, kısa süren bir dostluğun ardından bozuşmuş ve sonuna kadar çekişip durmuşlardır. Haşim, Yahya Kemal'e dargın gitmiştir. İkisinin de egosu çok güçlüydü ve bulundukları her yerde merkezde yer almak isterlerdi; üstelik şiir anlayışları, dünya görüşleri ve zevkleri birbirinden bir hayli farklıydı. Haşim, Yahya Kemal'in şiirde yapmak istediklerini öğrenince, 'Bu adam şiire hendeseyi sokmak istiyor!' diye haykırmıştır. Bununla beraber birbirlerini gizli gizli takdir ederlerdi. Aralarındaki gerilim, ikisinin de dost bildikleri kişiler tarafından körüklendi. Sizce Haşim'i Haşim yapan neydi? Bana öyle geliyor ki, Haşim'i Haşim yapan kompleksleri ve komplekslerden kaynaklanan derin dramdır. Haşim gibi insanları anlamak için çabaladığınız zaman aslında insan denen bilmecenin çözümüne biraz daha yaklaştığınızı hissediyorsunuz. Onun gibi karmaşık ruh dünyalarını sahip insanları anlamaya çalışmak son derece öğretici bir serüvendir. Türkiye'nin kabuk değiştirdiği yıllarda yaşadı Ahmet Haşim. Mahzundu, kliksiz, dolayısıyla sahipsizdi. Şiiri ve dünyası ölümünün ardından selamlandı. Bu sonradan farkedişin sebepleri nelerdi? Aslında Haşim'in edebiyatımızı ve hayatımızı zenginleştirdiği o yaşarken de biliniyordu. Ancak gerek hırçınlığı, heccavlığı ve hatır gönül dinlemezliği, gerekse devrin şartları yüzünden sahip olduğu kaliteler görmezlikten gelinmiştir. Ancak 1928 yılında hasta olduğu duyulur duyulmaz çekilmiş bütün kılıçlar kınlarına sokuldu. Şartlar da büyük ölçüde değiştiği için, Haşim'in şiirine şiir olarak bakılmaya başlanmıştı. Daha sonraki edebi akımlar ve dilinin hızla eskitilmesi, onu bir süre gölgede bıraktıysa da, has şiirin farkında olanlar onu her zaman aradılar ve okudular. Yapılması gereken, bütün yazdıklarının ortaya çıkarılması ve yeni bir gözle okunmasıydı. Son yıllarda yapılan da budur. Ahmet Haşim günümüz için ne ifade ediyor? Bu zor bir soru. Bir Shakespeare yahut Eliot İngilizler için, Goethe Almanlar için, Baudelaire, Rimbaud vb. Fransızlar için ne ifade ediyorsa, Haşim de bizim için onu ifade ediyor. Kültürümüzün, dolayısıyla ruh dünyamızın önemli bir parçası. Eski duyarlıklara açılan bir pencere. Hala her okunuşta önümüze yeni zenginlikler ve farklı dünyaların kapılarını açan bir şair ve kültür adamı. Ne ifade ettiği, biraz da onu okurken durduğumuz yere ve baktığımız açıya bağlıdır. Hala onun şiirleriyle haşır neşir olanlar ve ondan etkilenen şairler varsa -ki kitabımın giriş bölümünde uzun uzun anlattım- Haşim günümüz için çok şey ifade ediyor demektir. Şiirinin gayesi şiirdi
Haşim'in benimsediği sembolist şiir anlayışı 'güncel' olanı kendiliğinden sınırlarının dışına itiyordu. İstanbul'un işgal altında olduğu ve Anadolu'da bir ölüm kalım mücadelesinin verildiği günlerde Dergâh mecmuasında çıkan şiirini düşününüz: Bir Günün Sonunda Arzu. Bu şiirle çok alay edilmiştir. Bildiğiniz gibi, eleştiriler çoğalınca Haşim kendi şiir anlayışını 'Şiirde mânâ' başlıklı yazısında savundu. Bu yazıyı 'Şiir hakkında bazı mülâhazalar' başlığıyla Piyâle adlı şiir kitabının mukaddimesi yapmıştır. Ne diyordu bu yazıda? 'Şair ne hakikat habercisi, ne bir belâgatli insan, ne de bir vazı'ñı kanundur. Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır'. Açıkçası, Haşim'in nazarında şiirin kendisinden başka gayesi yoktu. Anadolu'da ölüm kalım mücadelesinin verildiği, sefaletin kol gezdiği bir dönemde böyle bir şiir anlayışının lüks kabul edilerek tepkiyle karşılanması ve şairinin sorumsuzlukla suçlanması tabiidir. İslamcılar, Marksistler ve Cumhuriyet'in kurucu kadroları, hep Haşim'in anladığı manada şiire karşı idiler.
Fadime ÖZKAN
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|