![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Organik kriz = Toplumsal kriz + yönetim krizi + devlet kriziSon MGK toplantısı, yolsuzlukların üstüne gidilmesi ile siyaset arasındaki 'yarılma'nın zemini oldu. Bütün polemiklerin üstünde bir 'sistem analizi' öncelikle buna dikkat edilmesini gerektirir. Başbakan'ın 'yolsuzlukların üstüne gidilmesinden rahatsızlık duyması şeklinde saf belirlemek' de, Cumhurbaşkanı'nın 'üslup, zaman ve zemin sorunu içinde hareket ettiğini söylemek' de bundan sonra olacaklara bir fayda sağlamaz. Cumhurbaşkanı'nın pazartesi günkü açıklamasında yer alan 'istikrar adına yolsuzluklara göz yumulduğunu' ima eden kısım çok önemli. Fakat yolsuzluktan önce, ülkeyi bu hale getirenin post-modern darbe ile yerleşikleşen 'istikrar' anlayışı olduğunu defalarca yazdık. Bu öylesine bir istikrar anlayışı ki, toplumun taleplerinin dikkate alınmamasını meşrulaştırabiliyor ve 'toplumsal kriz mühendisliğinin' temel dinamiği oluyor. Yine bu istikrar anlayışı, mevcut hükümetin topluma sırt dönerek, yani 'toplumsal kriz'i kendi alanına terkederek hükümet edebilmesini mümkün kılıyor. Oysa toplum taleplerini siyasi temsile dönüştürememenin bütün maliyetlerini taşıyor. İşte bunun neticesi 'yönetim krizi'ni doğuruyor. Hükümet kendini, hem de parlamenter bir sistemde, üstelik Meclis'te temsil edilen iki muhalefet partisinin varlığına rağmen 'alternatifsiz' ilan edebiliyor. Böylece kendi siyasal erkini, post-modern darbenin erkinin hizmetine sunmaktan gıdalanan hükümet, bir müddet sonra bu erkin 'sekretaryası' durumuna düşmekle karşı karşıya kalıyor. Neticede buna uymayan en küçük bir kıpırtı bile 'devlet krizi' dediğimiz, devlet organları arasında sadece 'uyumsuzluğu' değil, 'kopuşu' da işaretleyen tabloyu ortaya çıkarıyor. Cumhurbaşkanı göreve geldiği günden beri hukuk devleti konusunda hassas. Bu biliniyor ve bunun tabii neticesi de Cumhurbaşkanı'nın yolsuzluklar konusunda da hassas olmasıdır. Fakat bir farkı koymak gerekir. Son çıkan krizde Cumhurbaşkanı'nın yolsuzluklar konusundaki hassasiyetinin 'belirginleşme biçimi', demokrasilerde kabul edilemeyecek bir sonuç doğurmuş ve hükümetin tüzel kişiliğini aşarak 'siyaset'le karşı karşıya gelmiştir. Cumhurbaşkanı'nın 'subjektif' amacı bunu hedeflemese ve niyeti bu olmasa da, Türkiye'de sistemin işleyişi gereği bu sonuç 'objektif' olarak ortaya çıkmıştır. Yolsuzluklar konusunda bu hükümetin kusurlu olmadığını kimse söyleyemez. Bu hükümet, bırakın birçok olayı bir kenara, Enerji Bakanı Ersümer'i görevden almamakla bile, kendi kendini yolsuzlukları temizleme konusunda yeterince irade göstermeme şeklinde bir şaibe altına sokmuştur. O nedenle Cumhurbaşkanı'nın başka denetleme yollarını devreye sokmasında ilk elde sakınca görülmeyebilir. Fakat bilinen bir gerçek var ve bu tartışma götürmez. Bir ülkede yolsuzluklar siyasi irade eliyle, siyasi süreçler yoluyla ve siyasi enstrümanlarla çözülmüyorsa, bunların başka türlü çözülmesi, o ülkeyi yolsuzluklardan arındırırken, o ülkenin demokrasisini de el altından y/çürütür. Uzun zamandan beri yolsuzlukların üstüne gidilmesi konusunda kamuoyunda oluşmuş hassasiyeti bir manivela gibi kullanarak, bir yandan yolsuzlukları ortadan kaldırmaya, ama öte yandan bunu yaparken de topyekûn siyaset kurumunu hırpalamaya ve biraz daha işlevsiz kılmaya çalışan bir sürecin işletildiğini söylüyoruz bu köşede. Tıpkı Güney Asya Modeli gibi 'daha az siyaset, daha çok ekonomi' gibi bir kodu olduğunu da söyledik bu modelin. İşte kim haklı, kim haksız tartışmasından öte ve gerçek bir 'sistem analizi' bu noktada durarak yapılmalıdır. Cumhurbaşkanı haklı bir hassasiyet göstererek yolsuzluklar konusunda elindeki gücü devreye sokmuştur, ama post-modern darbe ile sistemleşen otoriterleşme sürecinin yolsuzlukların üstüne gitmenin meşruiyetini arkasına alarak, bu yolla siyaseti kuşatma operasyonu ile aynı düzleme son krizle beraber -istemeden- girmiştir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı, kendine rağmen istemediği bir noktada bulmuştur kendini. Yine daha önceki bir yazımızda bu noktaya da dikkat çekerek, 'hukuk devleti' hassasiyetinin siyasetin içinden yürümesi/etkinleşmesi gerektiğini, hukuk devleti hassasiyetinin türevlerinin siyaset içinden üretilmemesi halinde bunun 'hukuk fetişizmi'ne dönüşeceğini belirtmiştik. Durum, bu noktayı da işaret etmektedir. Bu ülkede tek gücünü siyaset yapmamaktan alan bir hükümet ve siyaset yapılmasını sürekli istikrar adına engelleyen bir Başbakan var. Bu ülkenin yönetilemediği açık. Bunu doğuran sebebin post-modern darbe olduğu da belli. Başta anamuhalefet partisi olmak üzere tüm legal muhalefetin 'tescilli' bir beceriksizliğin adresi olduğu da tartışma götürmüyor. Fakat herşeye rağmen çözüm siyasettir. Siyaseti bir kenara iterek yolsuzlukları temizlemek, ya da hukuk hassasiyeti adına 'parlamenter demokrasinin hükümet modeli'ni hırpalamak; beceriksiz bir hükümetten kurtulmaya çalışırken, modern dünyanın bütün yönetim modellerinden/kodlarından uzağa düşmek demektir. Asıl dikkat edilmesi gereken nokta budur. Kimin haklı, kimin haksız olduğu tartışmasından kafasını kaldırarak bu noktaya tam bir vurguyla dikkat çeken sadece iki yazı okuyabildik dün. Gazetecilikte 'atlatma haber' çok önemlidir, ama dün Yeni Şafak'ta Mehmet Ertuğrul Yavuz'un ve Sabah'ta Ali Bayramoğlu'nun yazıları birer 'atlatma yorum' örneğiydi bu hassas noktaya dikkat çekme gücü bakımdan. Unutmayalım; 'devlet krizi'ni besleyen 'yönetim krizi'dir, 'yönetim krizi'ni süreklileştiren şey de 'toplumsal kriz'dir. Bu üçünün yanyana gelmesi, Türkiye'nin toplumsal yapıştırıcılarını çözmektedir; bu çözülmenin adı da 'organik kriz'dir. Ve bu kriz tarzı çok derinden kavrar toplumu; giderilmesi çok güçtür. Şu aşamada 'devlet krizi' ya da 'yönetim krizi' düzeyinde saf belirlemenin 'organik kriz'in çözümüne katkısı yoktur. Çözüm, 'hukuk ve siyaset safında' aynı anda, aynı düzlemde ve aynı dozda yer alabilmektedir...
ocelik@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|