![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
İki zihniyetin yüzleşmesi Ya da Köşk'teki MahkumAslında fazla söylenecek bir şey yok: Çünkü her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor/du: Sonunda olacak olan oldu ve Türkiye'de zaten varolan iki zihniyet, devletin zirvesinde yüzleşti. Türkiye'de birbirinin amansız düşmanı iki zihniyet kıyasıya çarpışıyor: Her ne suretle olursa olsun vaziyeti idare ederek, memleketi idare etmek isteyenlerin statükocu zihniyeti ile, Türkiye'de minimum düzeyde de olsa hukukun üstünlüğünü, devletle vatandaş arasındaki ilişkilerde şeffaflığın egemen olmasını, dolayısıyla devletin vatandaşın hizmetçisi olduğunu daha doğrusu olması gerektiğini söyleyenlerin temsil ettikleri zihniyet arasında bir çatışma yaşanıyor. Karl Popper'ın geliştirdiği kavramlarla söylemek gerekirse, birinci zihniyet, "kapalı toplum"u; ikinci zihniyetse "açık toplum"u temsil ediyor. "Kapalı toplum" anlayışını temsil edenler, sadece vaziyeti idare etmekle, statükoyu korumakla yetinirler. Yönetim anlayışlarında, yaratıcılığa, imaginasyona, ülkenin ve toplumun menfaatine olacak yeni arayışlar içinde olma yürekliliğine, cesaretine yer yoktur. Dolayısıyla "kapalı toplum" anlayışını temsil edenlerin temel kaygıları, yer yerinden bile oynasa, mevcut yapıları, ilişki ve hegemonya biçimlerini korumaktır. Kapalı toplum anlayışı, en hafif ifadesiyle otoriter söylemler ve pratikler üretir. "Kapalı toplum" yöneticilerinin, vatandaşa hesap vermek gibi bir kaygıları yoktur. Retoriksel olarak vatandaşın çıkarlarının korunduğundan sözedilir sık sık; ama gerçekte, pratikte böylesi bir şey asla hayata geçirilmez. Hayata geçirilen tek şey, hakim yapıların korunması ve dolayısıyla hakim yapıların korunmasında menfaati olan küçük bir azınlığın çıkarlarının daima önplanda tutulmasıdır. Kapalı toplum anlayışının lügatinde, "kendini yenileme", "gerçeklerle yüzleşme", "yanlışlıklarını gözden geçirme" ve dolayısıyla "vatandaşa hesap verme" gibi kavramların yeri yoktur. Bu zihniyet, "kendisine güveni olmayan" bir zihniyettir. Kendisine güveni olmadığı için de başkalarına da güven duyamaz ve güven veremez. O yüzden "kapalı toplum" anlayışı ile ülkeyi yönetenler, bir yandan kriz üstüne kriz üretmekten kendilerini alıkoyamazlar; öte yandan da sürgit kriz üreterek; sürekli iç ve dış düşmanlar üreterek, paranoyolar ve fobiler üreterek; sürekli başkalarını suçlayarak vaziyeti, statükoyu korumaya çalışırlar. Bu zihniyet, malul olduğu böylesine hayati zaafları, zaaf olarak değil de meziyet olarak görmeye başladığı andan itibaren totaliterliğe dönüşmekten ve nihayetinde kendisini de tüketmekten asla kurtulamaz. Sovyet deneyimi, bunun en somut örneklerinden biridir. "Açık toplum" anlayışını öne alan zihniyet ise, her zaman açıklığa, şaffaflığa, katılıma, kendini eleştirmeye açıktır. Bu zihniyet, öz-güveni olan bir zihniyettir ve başkalarına karşı korkuyla, fobilerle, paranoyalar üreterek varlığını sürdürme gereği hissetmez. Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit arasında yaşanan kriz, Türkiye'nin en temel sorununu bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir: Öz-güven sorunu. Türkiye'yi yöneten statükocu elitler, kendilerine güvenden yoksunlar; o yüzden başkalarına da güvenmekte son derece zorlanmaktadırlar. Bugün bu ülkede üç tane açık bir tane de örtük askeri darbe yapılmışsa, bunlar, bu ülkenin elitlerinin kendilerine de, dolayısıyla da topluma da güvenemedikleri için yaşanmıştır. Örtük, gizli veya postmodern darbe, güvensizlik duygusunun ne denli ürkütücü boyutlarda seyrettiğinin, o yüzden de her şeyin gizlice, postmodern oyunlarla yapılmaya çalışıldığının göstergesidir. Bugün ortaya çıkan manzara aynen şöyle: Başbakan, "kapalı toplum"un temsilcisi, Cumhurbaşkanı ise "açık toplum"un temsilcisi. Sezer'in toplum tarafından bu denli sevilmesi, desteklenmesi bunun apaçık göstergesidir. Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit'e, "yolsuzlukların üzerine neden gitmiyorsunuz; neden hiç olmazsa bizim gitmemize mani oluyorsunuz" diyerek hesap sorarken, "açık toplum"un temsilcisi olduğunu kanıtlamıştır. Başbakan ise, bu hayati soruyu cevaplamak yerine tepki (reaksiyon) göstermek ve sonra da art arda düzenlediği basın toplantılarında hükümetin yanlışlıklarını sorgulamak yerine, başkasını (burada, mal bulmuş mağribi gibi Cumhurbaşkanını) suçlama yoluna giderek "kapalı toplum" anlayışının temsilcisi olduğunu kanıtlamıştır. Kapalı toplumun ve statükonun kapıkulu rolünü oynayan ve boğazlarına kadar yolsuzluk pisliğine bulaşan patronlarının sesi olarak yayın yapan televizyonların, devletin zirvesindeki bu zihniyet krizini ve çarpışmasını, "suç ortağı" psikolojisiyle hareket ederek tek taraflı olarak vermesi (Kanal 7, STV ve CNN Türk hariç); yolsuzlukların üzerine cesaretle gidilmesi ve dolayısıyla açık toplum talebinde bulunan bir Cumhurbaşkanını bile "suçlu" ve "sanık" sandalyesine oturtacak ve hatta "nasıl oradan uzaklaştırılabileceği" sorusunu soracak kadar ipin ucunu kaçırması, Köşk'teki hakim Sezer'in, nasıl köşkteki mahkum yapılmaya çalışıldığının göstergesidir.
ykaplan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|