T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Halk sandıkta patlayacak!..

Türkiye önemli bir kararın eşiğine geldi. İnsanlar gelecekleriyle ilgili bir karar verecekler. Çünkü bıçak kemiğe dayandı. İnsanlar sürünüyor. Çöplerden ekmek toplayan, çocuğuna bir dilim ekmek getiremeyecek insanlar son noktaya geldiler.

Uzun süredir siyasettesiniz ama milletvekilliği döneminizin üzerinden 28 Şubat geçti. O dönemin canlı tanığısınız. Bu süreç neden yaşandı?

Meselenin halka anlatılanlar gibi olmadığı kesin. O dönemde bir şeriat devleti kurulma niyeti olduğu falan, bunlar hilaf-ı hakikat. O gün Refah Partisi'nin sadece birkaç milletvekilinin bilir-bilmez konuşmalarının neticesinde bazı mihraklar ajite edildi. Neticede birtakım kesimlerin bazı hassas odakları harekete geçirerek devlet hazinesini yağmalama imkanı bulmalarına yaramıştır. Buna herkes şahit oldu.

Bugünkü tabloda bunun izlerini görmek mümkün mü?

Tabiî, başlangıcı 28 Şubat'tır. Daha geriye gidilirse Çiller döneminde yaşanan 5 Nisan krizinde mevduatın devlet garantisi altına alınması ile iç borçlanmanın ateşlenmesine kadar ulaşılır. Sonuçta devlet 80 milyar dolar civarında iç borca mahkum edilmiştir. Üstelik bu paranın da hepsi halkın parası da değildir. Halkın böyle bir parası da yoktur çünkü. 20-25 milyarının yerli para sahiplerinde olduğunu varsaysak bile geri kalan, 50 milyar dolar'ı aşkın iç borç parası dış kaynaklıdır. Çok yüksek faizlerle paralarını çalıştırdılar. Bu sürecin başı Çiller, sonu da bu hükümet. Şimdi nasıl oluyor da vatandaştan oy istiyorlar.

Biliyorsunuz Sayın Çiller, bu arada tıpkı 1999 seçimleri öncesinde Ecevit'in olduğu gibi azınlık başbakanlığı da istedi...

Ama ona başbakanlığı altın tepsi içinde sunacak bir Çiller daha yok. Onun için bence Çiller'in yapacağı en iyi şey görevini kendisinden daha iyi yapacaklara bırakmaktır.

Yıllardır, hem sağda hem solda birleşme konuşuluyor. Bugünkü şartlarda böyle bir kümelenmeyi gerekli buluyor musunuz?

Ben bu saatten sonra böyle bir birleşmenin yararı olacağı kanaatinde değilim. İttifak girişimleri, Yeni Türkiye Partisi falan bunların hepsinin tek amacı Tayyip Erdoğan rüzgarını kesmektir. Olmaz bu. Mehmet Ali Bayar'ı getirdiler, eline Kur'an verdiler bayrak verdiler tutmadığını gördüler. Binde 6 oyu. Yeni yüzler denediler, bir taraftan Cem Uzan çıktı. Onun da tutması mümkün değil. Bu kez eski yüzden yeni yüzler çıkarmayı deniyorlar. İsmail Cem böyle çıktı ama onların da barajı aşabileceği kanatinde değilim. Tek umutları Derviş ama, bu da beni şaşırtıyor. Derviş Türkiye'de ne yapmış ki bu gün bir umut olarak dolaşıyor ortada. Doları ikiye katlamış, krizi körüklemiş. Üstelik kendisi üç ay sonra "biz bilemedik, hata ettik. İyice incelemeden girdik bu işe" diyen kişi. Şimdi nasıl oluyor da umut oluyor, anlamıyorum.

Acaba halkta dışarıdan gelene karşı bir ilgi mi var da biz göremiyoruz?

Bence Türkiye'de yaşayan insanların bu işle alakadar olduğu yok. Bazıları kendilerince elbise biçiyorlar. Ama, halk 3 Kasım'da, cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir biçimde en doğrusunu yapacak.

Ya yapmazsa?

O zaman da bir beş yıl daha bu sıkıntıyı çeker. Belki de telafisi imkansız bir sıkıntı olacak bu.

Bu seçimlerden sonra gözünüzün önüne nasıl bir liderler tablosu geliyor? Sandıktan çıkan değişim gerçekten radikal bir görüntü farklılığı yaratabilecek mi?

Bence, AK Parti'nin dışında CHP'den başka parlamentoya girecek parti görünmüyor. Halkımız artık bilinçlendi çünkü bıçak kemiğe dayandı. Patlama noktasındalar. Hiç zannetmiyorum ki eskilere kanıp oy versinler. Çiller, Yılmaz, Bahçeli hepsi sorumlu bu durumdan.

Avrupa Birliği tartışmaları bu seçimlerde bir propaganda ekseni olabilir mi?

Yılmaz ve Bahçeli bu konuyu kaşıyor. Biri, "Avrupa'ya girdik insanlara iş bulacağız" diye ortaya çıkacak. Halbuki bununla alakası yoktur, AB öyle kolay bir mesele değildir.

AB insan standardını kendi standardına çıkarmadıktan sonra bizi asla birliğe almaz. Bahçeli ise, milli duyguları ateşleyerek oy peşine düşecektir. Ona da itibar edilmeyecek çünkü 1999 seçimlerinde neler söyledilerse iktidarda aksini yaptılar. İç Anadolu oylarına bakın. ANAP'tan RP'ye, oradan da MHP'ye gitti ama o oylar şimdi AK Parti'ye geldi. MHP'nin orada tabanı kalmadı. Sadece İç Anadolu değil, AK Parti ilginç bir şekilde Ege'de de birinci parti durumunda.

Peki bu beklentiye karşı bir yasaklama olursa bu insanlarda derin bir umutsuzluk ve hayalkırıklığı yaşanabilir mi, yoksa toplum bunu telafi eder mi?

Demirel'i hatırlamak lazım. Önündeki büyük engellere rağmen şapkasını aldı, önce başbakan, sonra da cumhurbaşkanı oldu. Halk istedikten sonra, o isteğin önünde durulamaz. Bence, kimse bu işle alakalı olanlar... Onlardan şahsi istirhamım bırakın engellemeyi, Erdoğan'ın önünü açın. Ki, o da ülkeye hizmet etsin. Çünkü, başka seçenek yok.

Adını koyalım, kim o güçler?

Malum!... Böyle bir yasaklamaya muvaffak olurlarsa AK Parti yüzde 40'a yakın oy alır ve 400 milletvekiliyle gelip yasakları kaldıran Anayasa değişikliğini geçekleştirir. Ama bunlara hiç lüzum yok. Erdoğan'ın hizmeti ve vatanperverliği ortada. Böyle bir insana bu imkanı vermek ve şevkini kırmamak lazım.

Türkiye, gerçek çözüme gidecek yolda ne kadar sürede dönüşebilir?

Öncelikli mesele halkın iktidarına güvenmesidir. İnsanlar güvendikleri iktidara destek verirler. Elbette ki Erdoğan'ın elinde sihirli değnek yok ama onun İstanbul'da yaptıklarını biliyoruz. Batık durumdaki belediyeyi getirdiği yeri biliyoruz. Bu, yapacakları için başarılı bir örnektir. Büyük gelirler, büyük yatırımlar... Hepsinin üstesinden gelmeyi başardı. İstanbul'da su sorununu ortadan kaldırdı. İnsan ve para idaresini çok iyi biliyor. Ama bir kuruş gelmedi. Öyle inanıyorum ki Erdoğan idarenin başına geldiği zaman bunu yapmak çok kolay olacaktır çünkü ona güveniyorlar.

Siz Tayyip Bey'in yakın dostusunuz. Kendisinde bu heyecanı görüyor musunuz?

Gayet tabiî... Akli fikri memlekete hizmette. Bu yüzden söylüyorum ki, kendisine bu fırsat verilmezse millet o yasakçıları affetmez. Bunu da söylerken TSK'yı kasdettiğim da anlaşılmasın. Tayyip Erdoğan memleketinin delisi olan bir adam. Hizmet için, esnekliğe sahip ve enerjisi çok yüksek.

Türk seçmeni üzerinde birçok faktör etkilidir. Siz cemaatleri de yakından gözlemleyen bir isimsiniz. Bu seçimlerde cemaat oylarının etkisi ne olur?

Bu seçimde herkes aklına göre oy kullanacaktır. Tavsiyelere göre kullanılmayacak. Bu da 3 Kasım'ın enteresan bir tarafıdır.

Siz, Refah Partisi kapatıldıktan sonra Fazilet'e geçmeyip bağımsız kaldınız. Bu bir 28 Şubat özeleştirisi miydi?

O konulara pek girmek istemiyorum açıkçası. Ben RP'den milletvekili olduğum zaman bu partinin en büyük özelliği dürüst, doğru ve adaletli bir yönetim sergileyeceğiydi. Ve hakikaten iktidara geldiği zaman bunu da yaptılar. Bunu inkar etmek mümkün değildir. Ama bunun yanında büyük hatalar da yapıldı ve bazı şeyler için çanak tutuldu. Benim sıkıntım orada. Bundan dolayı, gözbebeğimiz 'Türk Silahlı Kuvvetleri'mizi ajite ettiler. Hatırlarsanız merhum, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya bir basın toplantısı yaptı. Medyanın bütün üst düzey yöneticileri onu canlı yayına çıkarıp tebrikler yağdırdı. Yani, olduğundan fazla gösterdiler. O da bir insan, onların bu hareketlerine itibar etti. Halbuki bir komutanın gazetecilerin konuşmalarına itibar etmesine gerek yoktu. Ama sorun, bir komutanın böylesine konuşturulacak kadar ajite edilmesiydi. Askerler vatanı seven insanlardır. En nefret ettikleri şey de hırsızlıktır, hazinenin soyulmasıdır...

Ama ne yazık ki yaptıkları 28 Şubat, hırsızlara ve hortumculara yaradı....

Bunun farkındalar. Arkadan gelen paşalar bunun hesabını soruyorlar, soracaklar da. Yolsuzluk operasyonlarını da oralar istemiştir, iktidar değil.



 
GÖKSAL KÜÇÜKALİ 15 yaşından beri politikanın içinde Kapatılan RP'nin 20. Dönem İstanbul Milletvekili Göksal Küçükali, 1948 yılında Ağrı'da doğdu, ama aslen 'Trabzon, Sürmene'li. Armatörlük ve sanayicilik yapıyor. Hayatı boyunca diploma hep karşısına çıktığı için şu anda bir yandan da Newport Üniversitesi İşletme Bölümü'nde yüksek öğrenim görüyor. 1963'te, 15 yaşındayken Adalet Partisi Gençlik Kolları'nda siyasete başladı. İki yıl sonra "o günün şartlarına uyarak" Beşiktaş Ülkü Ocakları'nı kurdu ama ardından oradan ayrılıp tekrar AP'ye döndü. 1980 ihtilalinden sonra ANAP'ın İstanbul kurucuları arasında yer aldı. Beşiktaş İlçe Başkanlığı yaptı. 1995 seçimlerinde, Tayyip Erdoğan'ın isteğiyle Refah Partisi'nden aday olup İstanbul Milletvekili seçildi. RP kapatılıp FP kurulduğunda üç arkadaşıyla birlikte bu partiye geçmeyip bağımsız kaldı. Şu andaki durumunu, "hiçbir resmi görevim olmamasına rağmen en ateşli 'AK Parti'liyim" şeklinde tanımlıyor.
Çiller, Çetin'in adını duyunca irkildi: O, Demirel'in adamıdır!
1999 yılında hükümet krizi çıkmıştı, Başbakan tayin edilemiyordu. Ben Sayın Çiller'den randevu istedim ve Bilkent'teki evinde sabah kahvaltısı yaptık. Kendisine bir hükümet boşluğu olduğunu ve buradan bir milli mutabakat hükümeti çıkarılması gerektiğini anlattım. Bunun için de Başbakanlığı Baykal'a teklif etmesinin doğru olacağını söyledim. Çiller bana, "aramızda böyle bir konuşma geçti ama Baykal Başbakanlık istemiyor" dedi. Ben de o zaman "madem öyle Meclis Başkanı Hikmet Çetin'i Başbakan yapalım" dedim. Çünkü, Çetin'e hepimiz oy vermiştik. Çiller o zaman Sayın Cumhurbaşkanı Demirel'e kafayı taktığı için "O, Demirel'in adamıdır, bizim işimize yaramaz" dedi. Çetin'e de karşı çıktı. "Demirel kuralların adamı olduğunu söylüyor, kurallara göre Başbakanlık sırası bende görevi bana vermeli" dedi. Ben de Çiller'e, "Doğru, Demirel kuralların adamı ama kendi kurallarının adamıdır" dedim. Hatta, kendisine "Demirel kapıdan geçen adama Başbakanlığı verir, size vermez. Çetin formülünü bir kez daha düşünün" dedim. Kabul etmedi, ertesi gün Demirel, Yalım Erez'i hükümeti kurmakla görevlendirdi. Çiller de maalesef, gitti Ecevit'in azınlık hükümetine destek verdi. O Başbakanlığın ardından DSP birinci parti oldu. İşte Türkiye'nin batışının başlangıcı böyle doğdu...
Özal askerleri, irtica konusunda nasıl ikna etti
Başbakan'ken MGK'da önüne Fatih Çarşamba'daki manzaranın resimleri konuldu. Askerler, aynen Erbakan'a yaptıkları gibi Özal'a da "şeriat tehlikesi var" diye şikayette bulundular. Özal o toplantıyı bana ve rahmetli Eymen Topbaş'a şöyle anlattı: "Boyum kısa ya, askerlerin deyimiyle 'durum üstünlüğünü kazanabilmek' için ayağa kalktım. 'Sizler TSK'nın güzide komutanlarısınız. Endişelerinizi haklı buluyorum ama hiç merak etmeyin siyasi mesuliyet benim omuzlarımda. Üç-beş kişi öyle dolaşıyor diye ülkenin anayasal düzeni bozulmaz" dedi. Özal'ın bu kararlı tutumu sayesinde o dönemde bu konular abartılamadı.
12 Ağustos 2002
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED