|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İşin başından beri tam da bu durumu tahmin etmiştim: "'Devlet', Ak Parti hükümetinin iktidar olmasını önlemek isteyecek ve bunu Kıbrıs üzerinden yapmaya çalışacak. Dolayısıyla, Kıbrıs konusunda sağlam durması, Ak Parti'nin 'iktidar sınavı'dır. Burada tökezlerse, artık ağzıyla kuş tutsa, iflah etmez. Yavaş yavaş pörsür ve TBMM'deki 363 kişilik çoğunluğuna rağmen 5 yıllık iktidar süresini atılımlar yaparak ve Türkiye'yi AB'ye taşıyarak sürdüremez." Dışişleri Bakanlığı'nın dün öğleden sonra –her türlü teamülü altüst ederek- yaptığı 'AB'ye posta koymak' içeriğindeki 'Kıbrıs açıklaması', bu yukarıda çizdiğimiz tabloyu teyid eder niteliktedir. 'Dışişleri Bakanlığı', Kopenhag Zirvesi'nin sona ermesinden yani Kopenhag kararlarının yayınlanmasından 5 gün geçtikten sonra bir açıklama yapıyor ve Türkiye'nin Kopenhag Zirvesi'nde 'Kıbrıs ile ilgili alınan kararı, hukuken ve siyasi olarak kabul etmediğini' bildiriyor. Açıklama metni, Rauf Denktaş'tan bunca yıldır temcit pilavı gibi dinlemeye alışık olduğumuz basmakalıp cümlelerden oluşuyor. Rumların, 1963'te 'ortaklık devleti'ne son verdiği, Türkiye'nin Garanti Anlaşması'ndan doğan haklarını kullandığı, Ada'da iki ayrı egemen devletin bulunduğu, KKTC'nin bağımsız, egemen bir devlet olduğu vs. Aslında Dışişleri açıklaması tam anlamıyla bir "diplomasi komedisi". Şayet açıklamanın içeriği geçerliyse bu açıklamayla Türkiye kendisine "aday üyelik" sıfatı kazandıran AB'nin 1999 Helsinki kararlarına da karşı çıkıyor demektir. Zira şimdi karşı çıktığı Kopenhag kararlarının Kıbrıs bölümü Helsinki'de ifadesini bulmuştu. Bu açıklamanın ardında yatan, dün benim 'KKTC, 'ilelebed payidar kalmayacağına göre' sözcükleriyle nitelememe yüzseksen derece zıt 'KKTC, ilelebed payidar kalacaktır' misyonu. Bu zihniyet (Denktaş ile Türk Dışişleri'ndeki ekibi), KKTC'nin ortadan kalkmasının ancak Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye 'ilhak edilmesi'yle mümkün olacağını düşünürler. Yani, entegrasyon. Bu zihniyetin ve bu zihniyetten üreyen politikanın kaçınılmaz sonucu, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin AB yolunun tıkanmasıdır. 'Dışişleri Bakanlığı' açıklaması da zaten bu amaçla yapılmıştır. Bu açıklamanın başka bir anlamı yoktur ve olamaz ve zaten açıklamaya dair ilk değerlendirme 'Türkiye AB'ye rest çekti' şeklinde çıkmıştır. Böyle bir açıklamayı, 'Tayyip Erdoğan yönetimindeki Ak Parti'nin Abdullah Gül hükümeti' bekliyor muydu, bilmiyorum; ama ben bekliyordum çünkü Rauf Denktaş'ın en yakın çevresinden KKTC Cumhurbaşkanı'nın dün Çankaya'daki 'Devlet Zirvesi'ne 'Madem Kopenhag'da, AB, Rum tarafını Kıbrıs olarak üye aldı; 'devlette devamlılık' prensibi gereği, daha önce alınmış olan kararlar yürürlüğe sokulmalı ve biz de Türkiye ile KKTC arasında entegrasyona gitmeliyiz' tezini savunacağını öğrenmiştim. Fakat daha da 'garip' olan 'Dışişleri Açıklaması'nın zamanlaması. Başbakan Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ve Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal, Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ile toplantıdalar. Daha Irak konusu görüşülüyor. Kıbrıs görüşüleceği sırada Denktaş da katılacak. Ve, daha Denktaş katılmadan, yani 'Köşk Zirvesi'nde gündem Kıbrıs'a gelmeden, Dışişleri Bakanlığı adına böyle bir açıklama yapılıyor. Bu: 1. Eğer, Başbakan Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın bilgisi dahilinde yapılmışsa, bunun anlamı, Ak Parti hükümetinin Ankara bürokrasisine, 'devlet'e teslim olması demektir. Ak Parti'nin 'iktidarsızlığı'nın ilanı demektir. Ak Parti hükümetinden 'değişim' beklentisi pek kısa sürmüş ya da sürecek demektir. 2. Eğer, Başbakan Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın bilgisi dahilinde yapılmamışsa, öyleyse Ak Parti hükümetinin iktidarına yönelik bir oldu-bitti, bir 'bürokrasi komplosu' tezgahlanmış demektir. Abdullah Gül hükümeti ve Tayyip Erdoğan yönetimi, bunun üstesinden gelemezse, yani 'Kıbrıs testi'nden geçemezse, iktidar olamayacaklar, iktidarda kalamayacaklar demektir. 'Kıbrıs tuzağı'na düşüp, boğulacaklar demektir. Kopenhag kararlarının Kıbrıs bölümü, 12 Aralık'ı 13 Aralık'a bağlayan geceden itibaren belliydi. Kopenhag'da Türkiye'nin Başbakanı, Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı, AB Genel Sekreteri ve en önemlisi iktidar partisinin genel başkanı (Tayyip Erdoğan) vardı. Orada böyle bir tepki gösterilmedi. Üstelik, Başbakan Gül, canlı yayında ve yabancı basın önünde, hükümetinin 'Kofi Annan önerileri zemininde çözüm arayışına devam edeceğini' söyledi ki, Kopenhag'ın Kıbrıs'la ilgili paragraflarından biri aynen bu yöndedir. Öyleyse, bu 'Dışişleri Bakanlığı' açıklaması ne anlama gelmektedir? Hele, dün Deniz Baykal'ın Yaşar Yakış'ı 'Tarihte kendi bakanlığı tarafından yalanlanan tek Dışişleri Bakanı' nitelemesinin hemen ardından, böyle bir 'Denktaş'a destek' niteliğindeki –ki, Denktaş, Ak Parti'nin, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının ezici çoğunluğunun AB ufkuna köstek- açıklaması, acaba yine Dışişleri Bakanı'nı –ve bu kez Başbakan'ı da- sabote etmek amaçlı mıdır? Ve, Abdullah Gül'e bir soru: Çankaya Köşkü'nün yüksek duvarları arkasında, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve Rauf Denktaş'la niçin toplanıyorsunuz Sayın Başbakan? Bir hatırlatma: Bu milletin yüzde 34 küsuru, sizi şunun şurasında daha bir ay önce 363 sandalye ile iktidara getirdi. Güvenoyu almış bir hükümetiniz var. Önce Kıbrıs politikanızı belirleyin. Sonra, Genelkurmay Başkanı'ndan birebir görüşmeyle, Kıbrıs'a ilişkin güvenlik konularında, askeri-teknik konularda bilgi alırsınız. Cumhurbaşkanı'na MGK gündemi hazırlanırken ayrıca bilgi verirsiniz. Denktaş ile de Türk hükümetinin görüşlerini ve bunların gerekçelerini anlatmak için ayrıca görüşürsünüz. Eğer, Türkiye'nin ana davalarını, Bakanlar Kurulu'ndan Çankaya'nın yüksek duvarları arkasına taşırsanız; Cumhurbaşkanı-Genelkurmay Başkanı-KKTC'de bugün temsil niteliği şüpheli hale gelmiş Rauf Denktaş ile kapanırsanız, 'demokrasi dışı kötü âdetler'in devamına siz de katkıda bulunuyor olursunuz. Bunu yapmayın.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |